21 Haziran 2017 Çarşamba

TÜRKİYE'NİN EKONOMİSİNDE GELİNEN SON DURUM VE OLABİLECEK GELİŞMELER BÖLÜM 2


TÜRKİYE'NİN EKONOMİSİNDE GELİNEN SON DURUM VE OLABİLECEK GELİŞMELER BÖLÜM 2

III- BÖLÜM, TARTIŞMA:

CÜNEYT ÖZTÜRK:

Burada bir paradoks yok mudur? Yani hem ülkenin devlet ve özel sektör mallarının yabancıların eline geçeceğini konuşuyoruz hem de bu iki sene içerisinde ekonomik kriz olacak diyoruz, yabancılar bir krizle kendilerini karşı karşıya mı bırakacak, bu bir paradoks değil midir?

SELAHATTİN ALTIER:

Devlet malları hemen hemen bitti, geçen gün işittim Çukurova Gaz diye bir şirket oluşturulmuş onu satacaklar, EGO'nun gazını ayırdılar o bölümü de 
satacaklar, tramvay vs.de satacaklar. Artık marjinal kuruluşlar satılıyor, üretim yapan kuruluşlara ilaveten haklar, lisanslar, kullanım hakları satılmaya 
başlandı. Pektim de satılınca üretim yapan kuruluş kalmıyor. İki yıl sonra hemen hemen tüm kuruluşlarımız yabancıların olacaktır, doğal olarak yabancılar 
bu durumda kriz olsun istemezler, ancak ortama göre hareket ediyorlar, sanırım bir krizi onlarda tahmin ettiklerinden yaptıkları yatırımları amorti etmek için 
acele ediyorlar, Örneğin Türk Telekomu altı buçuk milyar dolara Oger aldı, Telekom'un bu yılki karı ( 2006) 2,5 milyar dolar, görüleceği üzere yatırımı 3-4 
yılda amorti etmeye çalışıyorlar. Telekom'un bu karının ana nedeni hizmet fiyatlarının artmasıdır, yabancılar çok hızlı amorti edilebilen hizmet sektörü ve 
tekel kuruluşlara yönelmekte yeni yatırımlarla pek ilgilenmemektedir. Hizmet sektöründe döviz bazında fiyatlar çok yükselmiştir, ülkemizde toplu taşıma 
aracına 1,2 YTL'ye binilmektedir bu 1 dolar etmektedir, Manhattan'da da otobüs 1 dolardır, bu yılda 45 bin dolar gelir olanda, yılda 5 bin dolar geliri olanda 
1 dolara belediye otobüsüne biniyor demektir.

Sonuçta Türkiye'deki yabancı yatırımcıda kriz olsun istemez ancak sistem kendi kendini çürütüyor, kendi urlarını üretiyor, Oger Telekom'u almış 4 yılda amorti 
ediyor ama Avrupa'da amorti süresi 15-20 yıl. Yabancılar şimdilik döviz kurlarını bu seviyelerde tutmaya çalışacaklardır. En azından yatırımlarını amorti edip 
karlarını döviz olarak yurtdışına çıkarana kadar. Zaten TCMB'de döviz kurlarının düşük tutulmasına yüksek faiz silahı ile yardımcı oluyor, kura müdahale etmiyor, 
Hazine de kurların düşük olmasına yardım ediyor, ihtiyacı yokken %20 ile piyasadan borçlanıyor, parayı götürüp Sıfır faizle TC Merkez Bankasına yatırıyor, 
sırf piyasadan para çekmek için, bu olacak şey değildir. Hazinenin ödediği faizi de sonuçta vatandaş ödüyor, diğer yandan da DPT'nin açıklamasına göre 
2007'de vergi tahsilatı düşüyor. Ancak giderler artıyor, bütçe açığı büyümeye başlıyor. Hükümet bu açığı kapatmak için vergileri arttırıp mallara zam yapabilir, bu durumda halk bunu kaldıramayıp hükümetten önlem alınmasını isteyebilir, sonuçta sosyal rahatsızlıklar artabilir bu da krizin boyutunu arttırabilir. Diğer yandan ödenecek döviz faizleri cari açık ve kar transferleri de döviz kıtlığı yaratıp döviz kurlarını yükselmesine neden olabilir, bu da krizi tetikler, oluşabilecek uluslar arası gelişmelerde krizi tetikleyebilir.

Bugün Türkiye buğday, kağıt gibi ana ihtiyaç maddelerini ithal eder hale gelmiştir, doğabilecek en ufak döviz kıtlığında bu mallar ithal edilemez ise kriz 
aniden birkaç kat büyüyebilir. Eğer hükümet önceden tedbir alırsa 1 dolar= 2 YTL olur, eğer ani bir kriz olup piyasa ayarlama yaparsa 1 dolar = 5 YTL olur.

Özetle ülkemizde yatırım yapan dış güçler kriz istemez ama az önce belirttiğim şekilde onların inisiyatifleri dışında bir kriz gelişebilir bu nedenle bence 
paradoks durumu yoktur.

AYSUN EVLİYAOĞLU:

Krizin şiddetini ne görüyorsunuz? Yani 2001 krizinden daha mı şiddetli olur düşüncesindesiniz?

SELAHATTİN ALTIER:

2001 krizi ülkemiz açısından çok acemice doğmuş bir krizdir. Bahsetmiştim TCMB çıkıp Demirbank kağıtlarını kırsa idi bir kriz doğmayacaktı.

AYSUN EVLİYAOĞLU:

Peki o dönemde piyasaya ne kadar nakit vermesi gerekirdi? Nasıl bir rakamla o kriz önlenebilirdi?

SELAHATTİN ALTIER:

Krizden sonra IMF ile rakamlar revize edildi, şimdi rakamları net söyleyemem, yanlış olmasın ama bu revizeden sonra TCMB tüm bankalara para verdi, 
ancak verilen bu paranın %10'u krizden önce piyasaya verilseydi bu kriz doğmayabilirdi. Kriz tamamen finansal kriz idi. Ama bu sefer kriz olursa reel sektörde olacaktır. Bu çok daha tehlikelidir.

2001 krizi önceden halledebilirdi, kriz sadece dolar 1.700 TL'ye çıksın diye mi doğdu, TCMB piyasaya neden para vermedi, yoksa TCMB'nin bu parayı piyasaya 
vermesi engellendi mi? Aklım almıyor nasıl olurda TCMB ihtiyaca göre piyasaya para vermiyor, o zaman başkan Gazi Erçel idi, kendisini tanıyoruz. 

Nasıl böyle davrandı yorumlanması çok güç. IMF sen piyasaya para verme diyebilir. Böyle bir ortamda IMF'nin sözü dinlenir mi, AMB başkanı nasıl duruma 
göre piyasaya bir günde 100milyarlarca Euro'yu verdi. TCMB de bunu yapmalı idi.

Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ:

Ben de bir soruyla devam etmek istiyorum. Şimdi devlet mallarının satışı borçları kapamada kullanılıyor, peki özel sektörün yaptığı satışlardan gelen parayı 
Türk özel sektörü hangi alanlara yatırıyor? Bu konuda bir araştırma var mı? Bu para uçup gitmiyor herhalde, peki nereye gidiyor?

SELAHATTİN ALTIER:

Bu konuda KOÇ ile ilgili bildiklerimi söyleyeyim. TÜPRAŞ'ı sanıyorum 5 milyar dolara satın aldılar. Diğer yandan Telekom'u satın alan Oger yılda 2,5 milyar 
dolar kar ediyor yani Telekomun karı ile 2 yılda bir adet TÜPRAŞ satın alınabiliyor. Bu gidişle yabancılar sadece karları ile Türkiye'nin tüm kuruluşlarını satın alacaklar. Bu çok ilginç bir durum, sanırım KOÇ sattığı kuruşlardan ( İZOCAM, DEMİRDÖKÜM ) elde ettiği karlarla bu kredinin anapara ve faizini ödüyor olabilir. Finansbank'ı satan H. ÖZYEĞİN üniversite kuracağını açıkladı, yurtdışına yatırım yapıyor olabilir.

SORU:

Ben biraz da söylediğiniz rakamlar açısından bir ekleme ile katılmak istiyorum. Şimdi bu ithalat – ihracat rakamları biraz da realitenin dışında gibi geliyor bana, 
ihracatta gümrük terimlerinden bir tanesi hariçte işleme diğer biri ise dahilde işleme rejimi denen bir olay. Bunların asıl açılımı, örneğin siz Türkiye'den 
kumaş götürüyorsunuz Çin'de bunu bir mamul hale getirip ucuz işçilikten kazanma adına tekrar Türkiye'ye getirip satıyorsunuz. Bunu ihracat rakamı olarak koyuyorsunuz. Bir de dahilde işleme var ki o da bunun tersi diyelim ki Rusya'dan getiriyorsunuz malı Türkiye'de işleyip geri götürüyorsunuz bu da dahilde işlemedir. Bu her iki rakam da bir getirisi yok yani her ikisinin gelişinde ve gidişinde bir vergi tahsilatı yoktur. Ama bunların rakamlarını mesela hariçte 
işlemeden 5 milyon dolar dahilde işlemeden de 15 milyon dolar olsun toplamda ithalatın üzerine 20 milyon dolarlık bir yük daha koyuyoruz, ancak bunun 
bir vergilendirmeye tabi olmamasından dolayı hazineye bir aktarımı yok. Dolayısıyla bu 80 milyar dolarlık hadise bu şekilde şişirilmiş rakamlardan oluşuyor.

Bir de döviz kurları ile ilgili bir hadise var şimdi döviz yükselmesinin ticarette faydası var. Diyor ki ben şu kağıdı 25 cent e ihraç ettiğim zaman iç piyasada 
o 25 cent i Türk parasına çevirdiğinde para kazanıyor. Neden? Çünkü döviz 1.6-1.7 civarında ama 1.2 de kaldığı zaman ben bunu 25 cent e ihraç edemem 
o zaman 75 cent e ihraç etmem lazım ki doları Türk parasına çevirdiğim zaman kaybım olmasın. Yani döviz yükselmesinin ekonomiye bu noktada faydası vardır. 

İstikrar yorumlarınıza da aynen katılıyorum.

SELAHATTİN ALTIER:

Döviz işinde iki menfaat grubu var, biri reel sektör diğeri de borsacılar, sıcak paracılar, sıcak para 100 milyar dolar belkide daha fazla. Döviz kuru %10 yükselse sıcak paracılar 10 milyar dolar kaybediyor. Bu yatırımcılar dolar bazında zarar etmemek için kuru düşük tutmak istiyorlar. Diğer bir menfaat grubu da 130 milyar borcu olan özel sektör. Bu borcun önemli kısmı bankalara ait, eğer kurlar yükselirse bankalar bu borçları nedeniyle zarar edeceklerdir. Doğabilecek bu zararlar bankalar için çok tehlikeli olur. Kur artışını devlette istemez çünkü kur yükselirse döviz borcunu ödemede daha fazla YTL bulması gerekecek. Bunun sonucunda da vergileri arttırmak zorunda kalacaktır.

Bu menfaat gruplarının oyununu sadece TCMBbozabilecekken fiyat istikrarını sağlama uğruna bu oyuna müdahale etmemektedir. Hatta geçenlerde yüksek 
faizli Merkez Bankası bonosu çıkarıp piyasadan para çekilmesi suretiyle mevcut sisteme destek sağlanmıştır. Merkez Bankası ve hazine piyasadan parayı 
çekmese bu ortamda %20 olan Türk parası faiz hemen %10lara iner, yani faizler düşmesin diye piyasadan para çekilmektedir. Hazine yabancılardan ve 
piyasadan %20 ile aldığı paraları MB'na sıfır faizle yatırmaktadır, sırf kurları düşük tutmak için.

Sistem menfaat gruplarının işine geliyor ama vatandaş ayda 400 YTL ye çalışıyor, bu sistem ne kadar daha yürür bilinmez. Hükümet dolara arttırmayacağım sözü vermişti, ama nereye kadar, oda muğlak.

SORU:

Şimdi Sayın Altıer sözünüze başlarken Merkez bankası kurulurken üretimi desteklemek için katkı sağlanmak için kuruldu bu Atatürk zamanında görevleri 
arasında sayılmış bir maddedir bu sonradan kaldırıldı dediniz, yani bu ne demektir? Merkez bankası bir sömürü aracı olarak kullanılacak ve kullanılıyor demek. Yani baktığımızda şu anda parayı muhafaza etmek amacı içinde olan merkez bankasının yerine devletin diğer organları kullanılamaz mı? Şu anda merkez bankasına kesin kes ihtiyacımız var mıdır?

SELAHATTİN ALTIER:

Merkez Bankaları iki tip olabiliyor. Birinci tip sadece fiyat istikrarını hedef alan merkez bankaları. Bunlar enflasyondan geçmişte büyük tokat yemiş, milyarlık 
banknot küpürleriyle tanışmış şu anda çok gelişmiş ekonomileri olan ve enflasyondan çok korkan ülkelerin merkez bankalarıdır. Örnek olarak Fransa ve
 Almanya'yı gösterebiliriz. Diğer tip ise fiyat istikrarı yanında ekonomik kalkınmaya da katkıda bulunan gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarıdır. 

Tabi ki her iki tip merkez bankasında da temel görevler arasında para basmak da vardır.

Türkiye'de 1930 yılında merkez bankası kurulurken , merkez bankasına hem para basma görevi verilmiş hem de gelişmesi planlanan sektörlere fon sağlanması amaçlanmıştır. Genelde ülkeler kalkınıp zenginleştikçe ekonomi kendi kendine yürümeye başladığından, MB'larının görevleri arasında fiyat istikrarının sağlanması ön planlanançıkmaktadır.

Gelişmiş ülkelerde, siyasi baskılara maruz kalmadan fiyat istikrarını sağlayabilmeleri için merkez bankalarına bağımsızlık verilmiş ve bu hususta kanunlar çıkarılmıştır. Örneğin ABD Başkanı Amerikan MB Başkanını atayabilmekte ancak görevden alamamaktadır. Ülkemizde de IMF'nin baskısıyla 2001 krizinden sonra TCMB kanunu değiştirilmiş ve TC Merkez Bankasına çok gelişmiş ülkelerde olduğu gibi sadece fiyat istikrarını sağlama görevi verilmiş, ekonomik kalkınmaya katkı görevi kaldırılmıştır. TCMB'nin kalkınmaya katkı görevi Türkiye sanki ABD ve Almanya'nın ekonomik düzeyine gelmiş gibi kaldırılmıştır. 
Şunu da belirteyim 2. Dünya Harbinden sonra Almanya MB sının kalkınmaya katkıları olmuştur. Bugün TCMB sadece fiyat istikrarı ile uğraşmaktadır, 
ülkemiz belli bir kalkınma düzeyine geldiğinde bu şekilde hareket edilebilir, ancak bugün için erken bir karardır, TCMB nin kalkınmaya katkı için yapacağı 
çok görevler bulunmaktadır.

Şunu da belirteyim, 1930larda TCMB kanunu yapılırken, bankaya kalkınma görevi verilirken ticaretin, sanayinin, tarımın, ihracatın, yatırımların desteklenmesi amaçlanmıştır. Yani reel sektör teşvik edilmiştir, inşaat sektörü o zaman ölü yatırım görüldüğünden TCMB nin inşaat sektörüne kredi açması kanunla yasaklanmıştır.

Ülkemizde kurulduğundan beri MB sanayiyi ve reel sektörü destekledi, bugün sabancı ve birçok büyük kuruluşun sanayi tesisleri TCMB'nin orta vadeli 
reeskont kredileri ile kurulmuştur, şimdi reel sektöre TCMB desteği bıçak gibi kesildi, reel sektör yeterince Türk parası kredi kullanamaz ve yatırım yapamaz 
hale geldi, reel sektör yurtdışı kredilere yönlendirildi ve 5-6 yıl içerisinde dış borçları 130 milyar dolarlara ulaştı. Ekonomi otoriteleri ve MB adeta ben borç 
vermem git dışardan borç al demektedir.

Belirttiğim gibi TCMB ben döviz kuruna karışmıyorum, faize karışıyorum demektedir, o zaman Merkez Bankası olarak faize de karışma, madem ki liberal 
ekonomi var faizi de serbest bırakacaksın.

KIVANÇ GALİP ÖVER:

Aslında şunu da kabul etmek lazım birçok şeyin istisnai yaşandığı bir ülkede yaşıyoruz ancak bu konuyu böyle bir durumu yaşayan ve yaşamakta olan muhakkak bazı ülkeler vardır. Böyle bir ülke ya da ülkeler var mı? Varsa oralarda bu süreç nasıl devam ediyor. Genel olarak nasıl bir değerlendirme yapabiliriz?

SELAHATTİN ALTIER:

Arjantin, Brezilya ve Venezüella gibi ülkelerde benzer durumlar vardı, ama ne oldu CHAVES çıktı IMF yi kovdum dedi, reel faizleri düşürdüler, cari fazla vermeye başladılar, ekonomileri gerçekanlamda düzeldi, ama Türkiye Dünyada en yüksek reel faizi ödüyor, ne oldu sonuçta, sözünü ettiğim ülkeler cari fazla vermeye başladı ve bizim cari açığımız gittikçe büyüyor, 40 milyar dolara gidiyor. IMF den yakasını kurtarıp milli politika uygulayan ülkeler başarılı oluyor.

KIVANÇ GALİP ÖVER:

Bir sorum daha olacak sayın Altıer, duyduğuma göre Kore'de böyle bir durum oluyor ve milli seferberlik ilan ediliyor, halktan para toplanıyor ve borçlar ödeniyor. Buna benzer şeyler Türkiye de telaffuz edilse yani biz IMF yi bir şekilde gönderirsek bunun sonrasında yedi düveli bize düşman mı ederiz. Ekonomisi yalıtılan bir ülke durumuna mı düşeriz

SELAHATTİN ALTIER:

Güzel söylüyorsunuz, durum gayet açık, hayal görmeye gerek yok, rakamlar belli, yılda 10-15 milyar dolar faiz ödeniyor, 80 milyar dolar ithalat ihracat açığı var, bu resmi rakamlar, inanılacak gibi değil. Bir örnek vereyim Arjantin borçlarını ödedi mi, sadece %20 sini ödedi, şimdi sanayisi de cari fazlası da Türkiye'den iyi, Arjantin siz beni bugüne kadar sömürdünüz, bende şimdi borcumu ödemiyorum, isteyen gelsin borcunun %25ini ödüyorum dedi, herkes razı oldu, olay kapandı gitti.

Size bir olay anlatayım, 1995 yılında Washington'a IMF toplantılarına Yaman Törüner başkanlığında bir heyetle gittim. Ben dış ilişkiler genel müdürü ve IMF 
masası sorumlusu idim. Bana dedi ki (kendisi çok akıllı bir insandır) şu Çinlilerle görüşelim ikimiz paralarımızı birleştirelim ve paralarımızı yabancı bankalara 
beraber yatıralım, daha fazla faiz alırız dedi. Bizim o zaman 26 milyar dolarımız vardı. Çinlilerle görüştük onların da 80 milyar doları varmış, Tamam dediler. 
Toplam 106 milyar doları beraber yatırıma yöneltmeye karar verdik. 26 milyar doların getireceği faiz ile 106 milyar doların getireceği faiz arasında binde bir 
fark da olsa önemli miktarda para kazanılacaktı. Bu çok akıllıca bir projeydi fakat farklı sebeplerle ne yazık ki yarım kaldı. Sonuçta, o zaman Çinlilerin 80 milyar 
doları bizim 26 milyar dolarımız vardı değil mi? Şu anda bizim 60-65 milyar dolar, Çinin ise 1,1 trilyon dolar döviz rezervi var.

Çin'de IMF yok, Türkiye'de ise var.

SORU:

Son altı yıldır Ufuk SÖYLEMEZ ile birlikte çalışıyorum.Yayın ve metin danışmanlığını yaptığım "Siyasette Merkezi Yeniden Kurmak" adlı çalışmanın ardından, 

"Türkiye Maskeli Değişimin Tuzağında" diye bir çalışma yaptık. Ben ekonomist değilim fakat liberal düşünce topluluğu içerisinde son 4–5 yıldır ekonomistlerle 
de çalıştım. Genelde de söylenen 2001 krizinin çok yapay bir kriz olduğu bu krizin Türkiye'nin siyasi yapısını tasarımlamak açısından yaratılmış bir kriz gibi 
görünüyor. Yani üstü ekonomi altı siyasi gibi bir durum söz konusu. Ve sizin de dediğiniz gibi bu yatırımcılar yatırımlarını değil amorti etmek birkaç sene 
içerisinde bir, bir buçuk katını kazandı yani sanıldığı gibi bu kriz onlar için çok da büyük bir kriz olmayacak aksine her krizde biraz daha büyüdükleri göz önünde bulundurulursa onlar için iyi sonuçlar da doğurabilir. Sorum şu: Türkiye bu yeni krizde yani oluşacak yeni ekonomik sıkışma ortamında nasıl bir yapılanmaya tabi tutulacak.

Bir de insanlar bazı şeylere işte nasıl diyeyim bilgisayar televizyon belki de araba gibi mallara sahip oldukça bu ekonomik sıkışma konusunda hiçbir fikirleri 
oluşmuyor. Bu sinsice yaklaşan kriz ortamına insanları hazırlamak bence şu an gerçekten çok önemli. Ve muhalefet de aslında bu zeminde yapılanmalıdır. 
Biraz da kötümser olursak ya hükümet de bu kriz oluşturabilecek kanalların elemanıysa ya onlar da çalışanlar da bu planın içindeyseler? 
Ne yapmalıyız nasıl yorumluyorsunuz böyle bir durumu?

SELAHATTİN ALTIER:

Türkiye Hollanda gibi bir ülke değildir. Türkiye'nin nüfusu her yıl %2 artıyor, her yıl iki milyon genç iş hayatına giriyor, bunlara iş bulup istihdam sağlanması 
gerekiyor, Hollanda'nın ise nüfusu azalıyor, Başbakanımız herhalde Türkiye'nin Hollanda gibi bir tüccar ülke olacağına, ülkede ticaret artınca ve borsa 
iyileştikçe ülkenin Hollanda gibi tüccar bir ülke kadar zenginleşeceğini düşünüyor, ülkenin borçları, cari açık, sıcak para, sanayinin montaj sanayine dönüşmesi, nüfus arştı ve işsizlik konularında Allah Kerim. Ama nüfusunun %100üne yakını Müslüman olan ülkemiz içine girdiği dış borç ve sıcak para ambargosu nedeniyle, Irakta bir milyon Müslümanınöldürülmesi konusunda sesini çıkaramıyor. Ülkemiz herhalde bu kadar ekonomik çember içinde olmasa idi, öldürülen Müslümanlar ve başa geçirilen çuval konusunda sesini çıkarırdı. Hükümette bilmektedir ki ABDye karşı reaksiyon gösterip çıkış yapılsa sonuç sıcak paranın kaçışı, dövizin fırlaması, borsanın altüst olması ve ekonomik çöküştür.

IV- SONUÇ VE DEĞERLENDİRME:

Prof. Dr. ÜMİT ÖZDAĞ:

Milliyetçi olmak milli menfaati doğru tanımlamak ve milli menfaati gerçekleştirebilmek demektir yani bir kişi kendisini milliyetçi olarak nitelendirip samimi olarak da yani duygusal anlamda milliyetçi olup milli menfaati objektif olarak doğru tanımlayamazsa doğru da gerçekleştiremez. O zaman kendini ne kadar milliyetçi olarak değerlendirirse değerlendirsin eylemlerinin sonucu millete yarar olmayacağı için tarihe de milliyetçi olarak geçmesi mümkün değildir. 

Her halkın her ailenin yaşamının önemli bir bölümünü de ki var olması için yeme, içme ve barınma, bu anlamda ihtiyaçları karşılanmayan bir insanın diğer 
alanlara geçmesi mümkün değildir.

Ne yazık ki Türk milliyetçilerinin üzerinde en az düşündüğü alan da ekonomi. Oysa yirmibirinci yüzyıla küreselleşmeye küresel ekonomiye bir cevap üretmeden önümüze konan temel ekonomik paradigmayı çözüp ona alternatif koymadan ne Türkiye yi yeniden kavramak anlamak ne de ilerletmek mümkün olmaz. 
Bizim enstitü olarak bundan sonraki çalışmalarımızda ekonomi daha önemli bir yer tutmalı diye düşünüyoruz ve her ay en az bir veya iki beyin fırtınası 
oturumunu ekonomik meselelere ayırmayı ve ileriki aşamalarda biraz daha teknik detaylara inici çalışmalar yapmamız gerekiyor. 

Bu bir giriş niteliği taşıyordu. 
Sizlerden gelen taleplere yönelik de değerlendirmeler yapabiliriz.

AKP Türk siyasi tarihine geçildikten sonra bir tek 1954 senesinde demokrat partinin yaptığını yaparak oylarını artırmayı ve iktidarda kalmayı başardı. 

Demokrat Partinin ilk dönemlerini hatırlayalım; (1950-54 arasını) tarım ürünleri fiyatlarında Kore savaşından dolayı Türkiye 1950 ye kadar tek parti içerisinde 
dış borçlarını ödemeye yönelik sıkı para politikalarıyla hazinesinde sürekli para bulundurmaya yönelik bu da halkın üzerine belirli yükler bindirmiş,savaş bu 
yükleri biraz daha artırmış. Böyle bir ortamda halkın refahında ciddi bir yol alınıyor sanayi başlıyor ve ardından 1954 de hakikaten çok yüksek bir oyla 
Demokrat Parti iktidara geliyor. Ama daha sonra kötü yönetilen bir ekonomi , ve ardından 1957 seçimleri. Ve Demokrat Parti seçimleri tekrar kazanıyor.

AKP'nin de seçim başarısına baktığımız zaman 80 yılda yapılan borç dört buçuk senede yapılmıştır. Bu büyük bir borç. Muhakkak ki bu borç şu veya bu ölçüde 
kitleye dolaylı da olsa yansıyacaktır. Nasıl bir aile reisinin borç alıyor ise ve bu borcun aileye elbise araba kıyafet gibi yansımaları olursa bu alınan büyük 
borcun da millete yansıması dört buçuk senede olmuştur. Halk gelecekteki krizlere göre oy vermez halk cebindeki paraya göre oy verir. Üstelik halka 
gelecekteki krizler her yönüyle ve herkesin anlayacağı bir dille muhalefet tarafından anlatılamazsahalkın gelecekte oluşabilecek krizleri anlaması veya 
öngörmesini beklememiz mümkün değildir. Ancak bizim gelecekteki krizleri halka anlatabilmemiz için önce öğrenmemiz gerekiyor ki anlatabilelim.

Türkiye'de muhalefet yarım yamalak iki şeyin üzerine odaklandı. Cumhuriyet Halk Partisi, Laiklik; Milliyetçi Hareket Partisi ise (!)(!)(!) teröre odaklandı 
diyelim. Ama iki sene veya daha ileride yaşanacak büyük çöküşü millete hiç kimse anlatmadı. Onun için bu seçimlerin sonucu büyük bir kesimin söylediği 
gibi halkın büyük hatası değil, başarısı olarak da görülebilir çünkü başka bir halk bu kadar baskı altında kalsa muhtemelen tekrar iktidar olan partinin oyları 
%60–65 gibi bir rakam olurdu.

Evet, bu hafta seçim süreci ve AKP'yi ekonomik olarak yorumladık. Önümüzdeki haftalarda politik ve psikolojik açılardan değerlendirerek seçim dönemi ve 
AKP değerlendirmelerimizi tamamlayacağız.

Hepinize katıldığınız için teşekkür ederim…

http://www.21yyte.org/arastirma/ekonomik-arastirmalari-merkezi/2007/09/08/5957/beyin-firtinasi

****

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder