27 Şubat 2016 Cumartesi

28 ŞUBAT TÜRK SİYASETİNİN ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 3




   28 ŞUBAT  TÜRK SİYASETİNİN  ACI VEREN YÜZÜ, ÖNCESİ VE SONRASI,, BÖLÜM 3




28  Şubat  Değerlendirmeleri

  https://www.youtube.com/watch?v=Qh1TgYl8h6A

28  Şubat  POSTMODERN DARBESİ,

https://www.youtube.com/watch?v=-p9qcQ_GxME



28 ŞUBAT SÜRECİ - MESUT YILMAZ SAFHASI


Bir kere daha tekrarlıyalım: 28 Şubat 1997 Muhtırası ile başlayan dönem, TÜRK MİLLETİ'ne, TÜRK DEVLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na, ATATÜRK'e ve MÜSLÜMANLAR'a ihanet dönemidir!

Yine şunu kesinlikle ifade etmek isteriz ki, 28 Şubat darbesi asla TÜRK ORDUSU'nun giriştiği bir hareket değildir. TÜRK ORDUSU içine sızmış, ta tepelere yükselmiş olan mason, Yahudi dönmesi, Ermeni ve Rum kökenli hain kişilerin işidir. Başını mason-dönme Orgeneral ÇEVİK BİR'in çektiği, bilhassa Deniz Kuvvetleri'nden monşer tipli mason-dönme amirallerin desteklediği 28 ŞUBAT darbesi, SİLAHLI KUVVETLER içindeki gerçek ATATÜRKÇÜ ve MİLLİYETÇİ TÜRK subayların kendini "BATI ÇALIŞMA GRUBU" diye adlandıran İSRAİL yanlısı ekip tarafından ayıklanması, MİLLÎ SİYASET'e yönelmiş olan DEVLET'in tekrar A.B.D., İSRAİL ve A.B. güdümüne sokulması, TÜRK ORDUSU'nun PEYGAMBER OCAĞI niteliğinden çıkarılması, TÜRK MİLLETİ'nin İSLÂM'dan uzaklaşması için yapılmıştır!.. Bir kere daha söyleyelim ki, 28 Şubat darbesini TÜRK ORDUSU'na ve TÜRK SUBAYLAR'a mâletmek, son derece büyük bir hatadır ve bizi tam da 28 Şubatçılar'ın istediği noktaya götürür, ORDUMUZ, ASKERİMİZ kötülenmiş olur!

Kaldığımız yerden ibret verici olaylara kronolojimize devam edelim.

30 Haziran 1997 günü Cumhurbaşkanı'nca da onaylanan 55. Hükümet, 8 Temmuz'da TBMM'den 256'ya karşılık 281 oyla güvenoyu aldı, ama Mesut Yılmaz'ın kurduğu bu ANASOL-D hükûmeti, "28 Şubat'ın gayrımeşrû çocuğu" olmaktan aldığı oylar kurtaramadı! DSP Başkanı Bülent Ecevit ile DYP'den İsmet Sezgin Başbakan Yardımcısı, Dışişleri Bakanı dönme İsmail Cem, Bayındırlık Bakanı Yaşar Topçu, Enerji ve Tabii kaynaklar Bakanı Mustafa Cumhur Ersümer, Turizm Bakanı İbrahim Gürdal, Orman Bakanı Ersin Taranoğlu idi.

İstedikleri ortamın oluştuğuna inanan zıpçıktı generalin biri "28 Şubat süreci bin yıl sürer!" dedi. On yıl zor sürdü. Tıpkı "1000 yıllık Reich" diyen Hitler'in Nazi imparatorluğunun sadece 10 yıl sürmesi gibi!.. 2008 başlarından itibaren ordu içindeki darbeci yeni akımlar ortaya çıkmaya başladı, mason-dönme Çevik Bir ekibinin sarstığı ordunun prestiji iyice bozuldu.

Mesut Yılmaz'ın başında olduğu 55. hükûmet MGK kararlarının uygulamasını takip ve koordinasyon amacıyla üst düzey bir kurul oluşturdu. İrtica ile mücadelede tüm devlet kadrolarını görevlendirmeyi amaçlayan ilçe merkezli denetim sistemi kuruldu. Bu teşkilatlanmayla paralel bir rapor sistemi de kuruldu. Genelkurmaybaşkanlığı, Başbakanlık uygulamayı takip, ve koordinasyon merkezine kendiliğinden müracaat ederek çalışmalara katıldı. Bu yolla fişlemeler yapıldı.

Yanlış anlaşılmasın... Biz Devlet'in asayişin temini için potansiyel suçluları, kaçakçıları, hainleri, casusları takip etmesine karşı değiliz. Bu takip elbette ki sicil tutma yoluyla yapılır. Dünyanın bütün gelişmiş ülkeleri yapar. Buna fişleme denmez. Yapmayan aptal sayılır. Böyle bir kayıt tutmaya karşı çıkanın da mutlaka bir açığı, bir yanlışı vardır... Ancak 28 Şubat dönemindeki fişleme "karısı başını örtüyor, çocukları Kur'an kursuna devam ediyor" şeklinde oldu.

28 Şubat darbesiyle düşürülen Refah-Yol hükûmetinden sonra ekonomi alanından eğitim alanına kadar İslamî gelişmelere, her sahada kelimenin tam anlamıyla savaş açıldı!.. Mason-dönme ekip, doğrudan imam-hatip okullarını kapatıp ta halkın tepkisini çekmeyi göze alamadığı için, ilk ve orta okulları birleştirip "8 yıl kesintisiz mecburî eğitim" yasası çıkardılar. Bunun zararları hemen görüldü. 7 yaşındaki çocuklarla bulûğ çağını aşmış 13-17 yaşındaki çocuklar aynı binada okumaya başlayınca, küçükler için zulüm ve taciz günleri başladı. Büyükler, küçüklerin paralarını almaya, ne olduğunu anlamayan küçük kızları sıkıştırmaya başladılar!.. Yine aynı dönemde getirilen "köylerdeki ilkokulların kapatılması" kasabalarda "taşımalı eğitim" yapılması, "yatılı okullar açılması" sonucunda pek çok küçük kız servis şoförlerinin, okul müdürlerinin iğfaline ve tecavüzüne uğradı!.. Sonra Kur'an eğitimi için 15 yaş limitini getirdiler. Halbuki Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk 4 yaşında Kur'an okumaya başlamış, 9 yaşında hafız olmuştu. Aynı şekilde Prof. Dr. Bayraktar Bayraklı 3 yaşında Kur'an okumaya başlamış, 4 yaşında hatim indirmiştir. Dinî eğitim çocuk için ne kadar erken başlarsa o kadar yararlı olur. Sonradan öğrenilenler, hele şimdi okullarda Hıristiyan Avrupa Birliği'nin baskısı ile "din dersi" değil de, "ahlâk bilgisi" diye verilenlerin İslam'ı öğretme açısından hemen hiç bir değeri yoktur. Toplum liseyi bitirip te gusül abdesti almasını bilmeyen, ama "müslüman" sayılan gençlerden oluşmaktadır.

28 Şubatçılar, YÖK'ü âlet ederek (gene açıktan imam-hatip diyemedikleri için) meslek okulları mezunlarının üniversiteye girişini zorlaştırdılar. Toplumu lâik-müslüman diye ikiye bölerek, müslümanlara adeta ambargo uygulanmaya başladılar. Dindar kişileri toplumdan soyutlamaya çalıştılar!

1 Temmuz'da Hong Kong 156 yıllık İngiliz sömürge yönetiminden sonra, anlaşma gereği tekrar Çin yönetimine devredildi... Biz Kıbrıs için, 12 Ada için Musul-Kerkük için, Batı Trakya için ne o dönemin antlaşmalarında, ne de Lozan Muahedesi'nde böyle bir şart koymayı düşünmediğimiz için avucumuzu yaladık. Halbuki işgâl zamanı "işgâlci ülke terkettiğinde bölge Türkiye'ye devredilir" şeklinde bir madde koydurmuş olsaydık, onları geri alabilirdik.

8 temmuz'da İstanbul’da Metris Cezaevi’nde isyan çıktı; 5 kişi öldü.

9 Temmuz'da Avrupa'ya kaçak gitmek isteyen Kuzey Iraklı Türkmenleri taşıyan tekne alabora oldu; 19'u öldü, 6'sı yaralandı, 15'i kayboldu.

12 Temmuz 1997'de Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 55. hükümet güvenoyu aldı. Anasol-D olarak anılan koalisyon hükümeti Anavatan Partisi (ANAP), Bülent Ecevit'in Demokratik Sol Parti (DSP), Hüsamettin Cindoruk'un Demokratik Türkiye Partisi (DTP) ve 1 bağımsız üyeden oluşuyordu.

15 Temmuz'da İstanbul Harbiye Orduevi'ne lav silahı ile ateş açıldı.

16 Temmuz'da Türk Silahlı Kuvvetleri'ne casus soktuğu iddia edilen Bülent Orakoğlu tutuklandı. Orakoğlu Emniyet İstihbarat Dairesi Başkanı idi ve mason ve dönme Çevik Bir ekibini yakından takip etmek istiyordu. Emniyet istihbaratının, Deniz Kuvvetleri Komutanlığına sızdığı ve polis kökenli Kadir Sarımsak adlı bir onbaşı tarafından bir takım bilgi ve belgeleri Deniz Kuvvetleri'nden elde edip Emniyet'e sızdırdığı iddia edildi. "Köstebek" olayı patladı. Bu olay sonucunda da Bülent Orakoğlu işini kaybetti, yargılandı. Fakat davadan beraat etti.

Erbakan ve Çiller'in çilesi, Hohoneçli (Ermeni köyü, şimdiki adı Çataldere) Mesut Yılmaz'ın kurduğu derme-çatma 56. Hükûmet'in göreve başlamasıyla bitmemişti. 17 Temmuz 1997'de Genelkurmay Askerî Savcılığı Tansu Çiller hakkında "CIA adına casusluk yaptığı" iddiasıyla soruşturma başlattı!.. Hani kadının Amerikan pasaportu var, Batıcı'dır falan ama, o kadar da uzun boylu değildi!

2 Ağustos'ta Cizre'de, bir düğünde bir korucunun üzerindeki el bombası patlayınca , diğer korucular sağa sola ateş ettiler. 9 kişi öldü, 57 kişi yaralandı. Yetkililer olayın kaza değil, kişisel öç amaçlı olduğunu açıkladı.

7 Ağustos'ta İstanbul Ümraniye E Tipi Cezaevi'nden 5 sol görüşlü mahkûm firar etti. Aynı gün ABD'nin Kenya ve Tanzanya elçilikleri bombalandı.

9 Ağustos'ta eski YÖK başkanı , Yahudi asıllı olup ta kendini "Kerküklü Türkmen" diye yutturmaya çalışan, beynelmilel Mason Prof. Dr. İhsan Doğramacı,, Dünya Sağlık Örgütü (WHO) tarafından "dünya sağlığına son elli yılda en çok katkı yapan kişi" seçildi. İnandınız mı?.. Çünkü bu adam kendi profesörlük tezini bile başkasının kitabını araklayarak, intihal ile elde etmiş biri idi.

10 Ağustos'ta Güney Afrika Cumhuriyeti, insan hakları ihlalleri ve Kıbrıs sorununu gerekçe göstererek Türkiye'ye askerî helikopter satışını durdurdu... Güler misin, ağlar mısın? Güney Afrika yüzyıllar boyu beyazların zencilere ve Avrupalı olmayanlara insan muamelesi yapmadığı, ırk ayırımı uyğulayan bir ülke idi. Daha yeni yeni adam olmaya başlamıştı. Bizim salak politikacılar ise Güney Afrika'nın zenci Cumhurbaşkanı Mandela'ya "Atatürk Ödülü" vermeye kalkmışlardı da, adam kabul etmemişti. Rezil olmuştuk!

15 Ağustos'ta "8 Yıllık Kesintisiz Eğitim" TBMM'de kabul edilerek kanunlaştı.

16 Ağustos'ta 8 yıllık "kesintisiz eğitim" yasa tasarısı Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edildi. Aynı gün 8 yıllık eğitim fonu için zam yapılmasına tekel ürünlerinden başlandı.

31 Ağustos'ta Prens Charles'in eski karısı Lady Diana, Paris'te, yanında sevgilisi Arap Dudi El Fayed ile paparazzi muhabirlerden kaçarken geçirdiği esrarengiz trafik kazasında öldü. Lady Diana, İngiliz, İtalyan, Amerikan ve Çin menşeli, sigara paketi büyüklüğünde milyonlarca mayının bilhassa Afrika'da, savaş olmamasına patlayarak yüzbinlerce insanı sakat bırakması, öldürmesinden etkilenmiş, mayınların temizlenmesi faaliyetine önayak olmuştu. Bundan dolayı, veya İngiliz Kraliyet ailesinin olmayan şerefini lekelediği için öldürüldüğü iddiası da vardır.

4 Eylül'de MİT'le ilişkisi kesinleşen Alaattin Çakıcı'nın poliste 1987'den 1998'e kadar 35 ayrı vukuatı olduğu ortaya çıktı. Aynı gün Kudüs'te çarşı merkezinde üç büyük patlamada 7 kişi öldü, 192 kişi yaralandı. Saldırıyı Hamas örgütü üstlendi.

5 Eylül'de Nobel ödüllü, fakirlerin koruyucusu Rahibe Teresa öldü. Esas adı Arnavutça: Anjezë Gonxhe Bojaxhiu [Agnes gondza bojadju], yani Agnes Gonca Boyacı idi. Bir Osmanlı vatandaşı idi. İddiaya göre babası Ulah, annesi katolik Arnavut idi, ama bizce ailede bir müslümanlık vardı, kadıncağız misyonerlerin kurbanı olmuş, sonra da bir misyoner olarak yaşamıştı.

16 Eylül'de İstanbul Aksaray'daki emniyet müdürlüğü binasına ikinci kez uzaktan lav roketi ile saldırı düzenlendi.

19 Eylül'de 89 ülke kara mayınlarının yasaklanması antlaşmasını onayladı. Amerika Birleşik Devletleri metne imza atmayı reddetti. Zaten bu mayınları en çok ABD, Çin ve İtalya üretip geri kalmış ülkelerin isyancı gruplarına satmakta, onlar da kendi ülkelerine rastgele döşeyip, çatışmalar bittikten sonra dahi onbinlerce insanın ölmesine, topal ve sakt kalmasına yol açmaktadırlar. Türkiye şahsiyetsiz dış politikası icabı, önüne ne konursa imzalar bir hale gelmiştir. Mutlaka bu anlaşmayı da imzalamıştır. Ancak bazı dirayetsiz komutanların askerî tesisler etrafına döşediği mayınlar yüzünden nice insanımız telef oldu.

23 Eylül'de Cezayir'de süre giden iç savaşta köy baskını: 200 kişi öldürüldü,100 yaralı. Baskını politik İslamcı grupların yaptığı açıklandı... Cezayir Fransız sömürgesi ve kurtuluş mücadelesi sırasında nice zulme uğramış, 1,5 milyon insanını kaybetmiştir. Ancak bağımsızlıktan sonra dahi Fransız etkisinden kurtulamadı. Buna direnen İslâmi Kurtuluş Partisi (FIS) 1991'de yapılan seçimin ilk turunu kazandı. FIS 232 sandalyeden 188'ini alarak ezici bir üstünlük sağlamıştı. İktidar partisi FLN ancak 15 parlamenter çıkarabilmişti. İkinci turdan da FIS'in zaferle çıkacağı kesindi. Ancak buna müsaade edilmedi. Genelkurmay Başkanı Halid Nezzar'ın önderliğindeki ordu askerî bir darbe ile iktidarı ele aldı. Fransız uşağı generaller sömürü düzeninin devamını sağladı.

3 Ekim'de Avrasya feribotunu kaçırmaktan mahkûm Muhammed Emin Tokcan ile Viskhan Abdurrahmanov hapishaneden firar etti.

9 Ekim'de Kayseri Belediye Başkanı Şükrü Karatepe "irtica"dan 1 yıl hapis cezasına çarptırıldı.

15 Ekim'de dünya Bektaşilerinin Halife Babası Turgut Koca vefat etti.

21 Ekim'de 1991'de yaptığı bir konuşmadan ötürü İstanbul DGM tarafından hükmedilen cezası kesinleşen Avukat Eşber Yağmurdereli tutuklanarak cezaevine gönderildi. Bu, bir kısım aydınlar arasında olay oldu. Aynı gün Avrasya feribotunu kaçırmaktan mahkum Ramazan Zubaroyev ile Roki Gitsba da firar etti. Nasıl olduysa???

23 Ekim'de Türkler'i askerlikten soğutmak için tezgâhlanan oyunda rol almış olan "vicdanî retçi" Osman Murat Ülke askere alındı, ancak askerî üniforma giymeyi reddetti. Ülke'ye10 ay hapis cezası verildi... Bu "vicdanî ret" kavramının bir temeli yoktur. Sözümona o kişinin vicdanı askerlik yapmaya, başkasına silah doğrultmaya izin vermemektedir. Halbuki dünyada böyle bir inanç sadece "Quacker" diye bilinen hıristiyan -tarikatında vardır. Bir tek onlar, öldürülseler de kimseyi öldürmemeye inanırlar. Tabii ne kadar inanırlar, o da başka. Hele bir silah doğrultulsun, ancak o zaman gerçek inanç ortaya çıkar. İşte bundan hareketle, sözde Türkiye'de de bir "vicdanî ret" uygulaması varmış gibi göstermeye çalıştılar.

28 Ekim'de Türk istihbarat birimleri, Abdullah Öcalan'ın Ermenistan'da Rusya'nın kontrol ettiği bir askerî üsse geçtiği bilgisine ulaştı. Aynı gün Sivas'taki Madımak Oteli'nde, 2 Temmuz 1993 yılında çıkarılan yangında 37 aydının ölmesi olayıyla ilgili olarak yargılanan 99 sanıktan 33'ü ölüm cezasına çarptırıldı.

12 Kasım 1997'de Sayıştay'ın depolarında çıkan yangında 1500 ton evrak yandı, kül oldu. Bunlar Bakanlar'ın, Genel müdürler'in sarfiyatını gösteren hesap evrakı idi, böylece yüksek kademe bürokratlar hakkında yolsuzluk soruşturması yapmak imkânsızlaştı... Bizce yangın kesinlikle kundaklama sonucu çıkmıştı.

17 kasım'da Mısır'da Luksor harabelerinde gezen turistlere aşırı dinciler saldırdı. 68 kişi öldü. Bu kişilerin ajan olup olmadığı, ajanlar tarafınan kandırılmış cahil müslümanlar olup olmadıkları anlaşılamadı.

29 Kasım'da Sivas Davası sonuçlandı. 99 sanıktan 33'üne idam kararı çıktı, 14 sanık beraat etti. Geri kalanlar hapis cezası aldı.

4 Aralık 1997'de bu sefer TÜSİAD tarafından askere brifing verildi!.. ÜST YAPI'da önemli mevkii olan "TÜSİAD'ın üç ası" tarafından verilen brifinge Genelkurmay İkinci Başkanı Yahudi dönmesi Orgeneral Çevik Bir, Genelkurmay Genel Sekreteri Tümgeneral Erol Özkasnak ve diğer bazı üst rütbeli subaylar katıldı.

9 Aralık'ta Türkiye'ye ilk defa bir İsrail Dışişleri Bakanı geldi.

11 Aralık'ta Yüksek Askerî Şûra toplantısında 59 subay ve astsubayın ordu ile ilişkisi kesildi.

Kısa süre sonra da, bu mason-dönme Batı Çalışma Grubu generalleri, müslümanları "Devlet'i tehdit eden iç tehlikelerden biri" ilan ettiler! 28 Şubat sürecinde, Millî Askerî Stratejik Konsept (MASK) ve Millî Güvenlik Siyaset Belgesi de değiştirildi. (Hürriyet, 4 Kasım 1997; Akit ve Yeni Şafak, 5 Kasım 1997; Armagedon, sf. 232)

Bu ne demekti, biliyor musunuz?.. Doğu Bloğu'nun dağılmasıyla düşmanı kalmayan NATO'nun, 1991'de yaptığı toplantıda "Artık düşman radikal islamdır," demesiyle başlayan sürecin, mason-dönme Çevik Bir eliyle ülke içinde uygulanmaya başlaması, ve ülke içinde müslümanların düşman gösterilmesidir!.. PKK gibi bölücü bir terör örgütü, DHKP-C, TİKKO gibi Ermenilerle işbirliği yapan Kürt bölücü örgütler, ve yurt dışından gelen bölücü tehditler, Yunanistan'ın Kıbrıs'ı tümden ele geçirme ve Trabzon bölgesinde bir Pontus Rum Devleti kurma, İstanbul Suriçi'nde Ekümenik Fener Devleti kurma hayalleri ikinci sıraya düşürüldü ve "irtica" birinci tehdit sayıldı!.. "Türbanlı" diye damgalanan başörtülü kadın müslümanlar, birinci öncelikli iç düşman addedildi!..

Durumun komikliğini farkedebiliyor musunuz?.. Kahraman, anlı şanlı TÜRK ORDUSU, ilk ve en büyük düşman diye müslümanları ilan etti, sanki başörtülü kadınlarla savaşır oldu! Onları Orduevleri'ne almadılar, diploma törenlerinde çocuklarını görmelerine izin vermediler!.. Başörtülü karısı kızı olan subayları, astsubayları Yüksek Askerî Şûra kararları ile "vatan haini" muamelesine tâbi tutup, ordudan attılar!.. Elbette orduda atılacak çok insan vardı. Gayrımüslim dönme subaylar, kürt bölücüsü subay ve astsubaylar, askere eziyet eden subay ve astsubaylar, yiyiciler, rüşvetçiler, ahlâksız, kendi milletinin karısına kızına karakolda tecavüz eden jandarma subay ve astsubayları, kaçakçılara göz yumup pay alanlar, ve Güneydoğu'ya terörle mücadeleye gitmekten kaçan korkak generaller vardı. Ama atılanlar bunlar değil; "irticaya karıştığı" iddia edilenler idi!.. TÜRK ORDUSU'nu TÜRKLER'le, MÜSLÜMANLAR'la savaşır hale getirmişlerdi!

28 Şubat döneminde Ülkücüler, milliyetçiler de ismen açıkça belirtilerek tehdit olarak gösterildiler. Bu da TÜRKİYE'de MÜSLÜMANLAR'ın yanısıra TÜRKLER'in de iç düşman sayıldığına işaretti... Kimler tarafından?.. TÜRKİYE'yi idare etmeye başlamış olan mason general ÇEVİK BİR liderliğindeki YAHUDİ DÖNMELERİ tarafından!..

Ülkücüler, milliyetçiler, Türkçüler, ve Türkeş, Tansu Çiller, Mehmet Ağar, Abdullah Çatlı, Eşref Bitlis, Bahtiyar Aydın, Korkut Eken , Cem Ersever gibi PKK olayına sivil çözümü şiddetle reddederek ABD'nin Kürt devleti projesine direnen milliyetçi şahinler ya öldürüldü, ya da Susurluk olayı ve sonrası ile 28 Şubat sürecinde tasfiye edildi. Bu tasfiye hareketi, yine başını Yahudi dönmesi Çevik Bir gibi mason ve dönme (Sabetayist) olan bazı general ve amirallerin, Türk MİLLETİ'ne, TÜRK ORDUSU'na ve MÜSLÜMANLAR'a karşı âdeta bir harp ilânı idi!.. O yılki Yüksek Askerî Şûra toplantısında, aslen TÜRK ve MÜSLÜMAN olan pek çok gerçek ATATÜRKÇÜ ve MUHARİP, yani ya KIBRIS'ta, ya da GÜNEYDOĞU'da terörizmle savaşmış albay ve general ayıklandı, kahramanlığı herkesçe bilinen Osman Pamukoğlu gibileri emekliye sevkedildi. Hiçbiri tümgenerallikten yukarıya çıkarılmadı. Onların yerine Yahudi dönmesi, ve Güneydoğu'ya gitmekten kaçan, masa başında oturup maaş alan mason albaylar generalliğe terfi ettirildi. Yine bazı salon züppesi, kasıntılıktan başka hiç bir özelliği olmayan dönme generaller kuvvet komutanlıklarına getirildiler. Bilseniz o yahudi dönmesi generaller ekibi ne haltlar yediler!..

Demirel'in 1991'de Başbakan olduğunda "100 günde düzeltirim," dediği, aslında Özal'ın 1985'ten sonra bozduğu ve "battı balık yan gider" anlayışıyla 1989 Belediye seçimlerinde iyice berbat ettiği ekonomi, mason Demirel'in Özal'ın ölümüyle Cumhurbaşkanlığı'na kaçması sonucu, bir kriz halinde Çiller'in elinde patlamıştı! (1994) Dolar 15 liradan 45 liraya firlamış, bankalar gecelik faizi % 1500'e yükselmişti. Bankalar batmasın diye Çiller hükûmeti banka mevduatına % 100 güvence vermişti. Yani, özel banka hortumlanıp batsa, hesap sahiplerine paralarını Devlet ödeyecekti! İşte bu kanun, Mesut Yılmaz döneminde bankaların el değiştirmesine, hortumlanmasına, sonra batmasına sebep oldu!.. Hayatında bir defa bile "Türk" kelimesini kullanmamış olan Hohoneçli (Ermeni köyü, şimdiki adı Çataldere) Mesut Yılmaz şürekasının yolsuzlukla bundan ibaret te kalmadı. Medyayı kullanarak ülkede büyük bir enerji krizi varmış gibi gösterip, doğal gazla çalışan özel elektrik santralleri kuruldu. Bunlar elektriği Devlet'e ve vatandaşa pahalı satmaya başladılar.

28 Şubat'ın mimarı, TSK içindeki yahudi-dönme-mason-batıcı-lâik lideri durumundaki Çevik Bir'in Genel Kurmay Bakanlığı'na normal şartlarda yükselmesi mümkün değildi. Anormal şekilde gelmesini de Orgeneral Hüseyin Kıvrıkoğlu önledi. Kıvrıkoğlu sadece Çevik Bir'i değil, Edip Başer'i de harcadı. Başer en kıdemli orgeneral olmanın yanısıra, doktoralı, çok iyi dil bilen ve Irak bölgesini 2. Ordu Komutanı olarak tanıyan birisi idi. Başer emekliye sevkedildi, onun gelmesi gereken Kuvvet Komutanlığı'na mutat dışı bir uygulama ile Jandarma Genel Komutanı dönme Aytaç Yalman getirildi. Bu arada Hilmi Özkök de terfi etmişti.

15 Aralık 1997'de Rusya ile şaibeli "Mavi Akım" anlaşması yapıldı. Anlaşmayı Mesut Yılmaz ile Cumhur Sümer imzaladı.

17 Aralık'ta Avrupa Birliği (AB) Konferansı'nı Türkiye'ye uzatılmış bir yem olarak değerlendiren Başbakan Yılmaz, AB'ye "Ya Türkiye'yi diğer 11 ülkenin alındığı sepete koyarsınız, ya da bu iş biter" restini çekti. "Sizin anlayacağınız Avrupa Birliği bizim esas isteğimizi karşılayamadığından dolayı, konferans fikrini sürdürdü. Aslında bizden halkımızı aldatmamızı istediler ve açıkça da söylediler." dedi. Mesut Yılmaz, Lüksemburg Zirvesi'ni AB'yi Hıristiyan kulübü olarak görmek isteyenlerin kazandığını söyledi. Yılmaz, dört bir yandan telefon yağdığını ve kendisine "Biz hata ettik. Siz yine de Avrupa Konferansı'na katılın, gereken değişiklikleri yapmaya çalışalım" dendiğini açıkladı. Ama bu da aldatmanın bir parçası idi.

1 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi Başkanı Yekta Güngör Özden'in süresi doldu... Bu kişi daha sonra TRT'de ve dolaştığı diğer kanallarda sözümona "Atatürkçü" programlar yapmaya başladı. Rahmetli ATATÜRK'ün vazgeçilmez "istiklâl-i tam" esasını çöpe atıp, "Artık bağımsızlık diye bir şey yok, herkes birbirine bağımlı" demesine rağmen, sahte atatürkçülerin önde gelen isimlerinden biri oldu.

Başında İlknur Çevik'in olduğu Turkish Daily News gazetesi (Türkiye'de yayınlanan tek İngilizce gazete) Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'yı "yılın adamı" seçti.

2 Ocak'ta NTV kanalınca Cumhurbaşkanı mason Süleyman Demirel "yılın adamı" seçildi... Tıpkı uluslararası Nobel Barış Ödülü gibi bu ödüller de politik tercihlerle verilmişti.

4 Ocak'ta DİE (Devlet İstatistik Enstitüsü) 1997 enfilasyonunu % 99.1 olarak açıkladı... O tarihlerde Özal'dan beri rakam ve tüketim maddeleriyle oynanmasına rağmen, yine de nisbeten gerçeğe yakın rakamlar tespit edilebiliyordu. Şimdilerde hem Enstitü'nün adı değişti, hem de hesaplama yöntemi... Artık enfilasyon hep % 10'un altında çıkıyor. Siz onu 3, hatta 4 ile çarpın!

7 Ocak 1998'de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı'na Ahmet Necdet Sezer seçildi.

17 Ocak'ta Anayasa Mahkemesi Refah Partisi'ni kapattı. Hazırlıklı olan Erbakan Fazilet Partisi'ni kurdu.

Yine 17 Ocak'ta ABD Başkanı Bill Clinton, kendisini tacizle suçlayan Paula Jones ile yüzleştirildi. Saksafoncu Clinton bir de yahudi Monica Levinsky ile macerası vardı.

2 Şubat'ta Türkiye, (Uluslararası Çalışma Örgütü) İLO'nun "Çocuk İşçi Çalıştırmayı Yasaklayan" iki maddesine imza attı. Ama hâlâ çocuk işçiler çalışıyor, okula gidemiyor.

11 Şubat 1998'de, vaktiyle Refah-Yol hükûmeti tarafından alınmış olan karar gereği Türkiye genelinde 12 şehirdeki 79 kumarhane gece saat 24:00'den itibaren kapatıldı. Bu kumarhaneler Kuzey Kıbrıs'a ve Azerbeycan'a taşındı. Çok canlar yandı.

13 Mart 1998'de askeriyedeki Batı Çalışma Grubu'na muadil Başbakanlık bünyesinde oluşturulan Sivil Çalışma Grubu "türbanın kılık-kıyafetle ilgili mevzuata aykırı olduğunu" bir raporla açıkladı. Resmî kurumların "kapalı mekânlarında örtülmesinin disiplin suçu oluşturduğu" belirtildi.

Bu " Türban " kavramı, Kerküklü olduğunu ifade ederek kendini "Türkmen" diye tanıtmaya çalışan, ancak İbrânî asıllı olan meşhur YÖK Başkanı, beynelmilel mason İhsan Doğramacı'nın icadıdır. Kendisi sözümona üniversiteye başörtüsü ile girilemiyeceği kesinleşince, modern görünümlü Avrupa'da ve Afrika'da kullanılan ve "sarık" anlamına gelen başlığı (turban) öne sürmüştü.

Başörtülü kızlar da hiç türbana heves etmeden kendilerini "türbanlı" diye adlandırıp öyle üniversiteye girmeye çalıştılar... Kullanılan başörtüsüdür, türban falan değil!

16 Mart 1998'de "irtica ile mücadeleyi artık Genelkurmay yerine Başbakanlık yürütecek" kararı alındı.

9 Nisan'da Mekke'de haccın son günü Şeytan Taşlama dönüşü çıkan panikte 9'u Türk olmak üzere 180 hacı öldü.

14 Nisan PKK'nın iki numaralı adamı, BDP'li Sırrı Sakık'ın kardeşi Şemdin Sakık, bir operasyonla yakalanıp Türkiye'ye getirildi... Şemdin Sakık kim?.. 33 silahsız erin kurşuna dizilmesinden sorumlu kişi!.. Hem de sözümona PKK'nın "ateşkes" ilan ettiği dönemde!.. Adam yerine kondu! 2012'de askerler hakkında açılan davalarda "tanık" olarak dinlendi! PKK'ya yardım edenler hakkında söyledikleri hariç, gördüğünü değil de, dedikoduları nakletti! Hapisteki generallerden vatanperver olanları onun sözleri ile suçlandı!

22 Nisan'da İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı, Refah Partili Recep Tayyip Erdoğan'a Türkçü Ziya Gökalp'in bir şiirini okuduğu için verilen 
10 aylık hapis cezası ertelenmedi, para cezasına da çevrilmedi. Bir müddet sonra başkanlığı da düşürüldü... Erdoğan'ı halk gözünde "mağdur" gösteren ve seçimlerde tercih edilmesini sağlayan bu olaydır.

7 Mayıs 1998'de Tansu Çiller'in kocası Özer Çiller, "belgede sahtecilik yapmak"tan 6 ay hapis cezasına çarptırıldı.

12 Maylıs'ta İnsan Hakları Derneği (İHD) Genel Başkanı olup ta insanların değil, sadece Kürtler'in haklarını savunan Akın Birdal Ankara'da silahlı saldırıya uğradı. Birdal 7 yerinden ağır yaralandı.

14 Mayıs 1998'de Fazilet Partisi kuruldu... 150 kadar eski Refah Partili bu partiye geçti. Recai Kutan da parti başkanı oldu. Çünkü Necmettin Erbakan yasaklı idi.

Refah Partisi'nin kapatılması, parti mensuplarının eskiler ve gençler diye ikiye ayrılmasına, ve eski İstanbul Belediye Başkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Ak Partisi'nin doğmasına yol açtı... Zaten 1996 yılında Doğu Perinçek'in Aydınlık dergisi 20 Ekim 1996 sayısında "(Yahudi ABD Büyükelçisi) Abramowitz Tayyip'i Erbakan'ın yerine hazırlıyor," diye kapak yapmıştı. Doğru çıktı. Refah Partisi'nin yerine kurulan Fazilet Partisi kısa zamanda kapatıldı. Onun yerine kurulan Saadet Partisi fazla bir varlık gösteremedi, AKP ise ilk girdiği 2002 Kasım seçimlerinde, türlü engellemelere rağmen, tek başına iktidar olacak çoğunluğu kazandı... O da ayrı bir hikâyedir, sonra anlatırız.

21 Mayıs'ta siyasî karışıklığın hüküm sürdüğü Endnezya'da 34 yıllık diktatör Suharto istifa etti.

23 Mayıs 1998 tarihinde, yani 28 Şubat darbesinden 15 ay kadar sonra, Amerika'daki John Hopkins Üniversitesi'ndeki törende, "Mister" Rahmi Koç'a, kırk iki yıl önce mezun olduğu bu üniversite tarafından fahri doktora unvanı veriliyordu. Dekan "Rahmi Koç'la iftihar ediyoruz," diyordu. Evinin bahçesine kilise yaptırmış olan Rahmi Koç ta, "kendisini generalliğe terfi etmiş gibi hissettiğini" söylüyordu... Rahmi Koç'un daha başka marifetleri de vardı. Meselâ "Deniz Temiz Derneği" Başkanı olarak Fener Rum Patriği Bartalameos ve Rumlar ile birlikte, İncil'den "âyet" alıntıları yaparak Karadeniz'de "Pontus"culuğa soyunmuştu!

Rahmi Koç, ayrıca bundan 11 yıl önce "Türkiye'nin kurtuluşu AB üyeliğinden geçiyor" demişti. (21 Haziran 2002) Aynı Mister Koç 2011 yılında ise "Allah'a çok şükür, AB üyesi değiliz" diyerek hayalperestliğini ve Batı hayranlığının iflas ettiğini dile getiriyordu.

O törende Rahmi Koç'u takdim eden dekan, Paul Wolfowitz'di!.. Beş yıl sonra gerçekleşecek Irak işgalinin mimarları arasında ABD Savunma Bakan Yardımcısı sıfatıyla yer alacak olan Wolfowitz, Edirne'deki Selimiyle camiini gezerken yırtık çoraplar ile görüntülenmişti. Bakan Yardımcılığı görevinin ardından Dünya Bankası Başkanlığı'na getirilmiş, ancak orada da dek durmamış, gayrımeşrû ilişkide olduğu kadını usülsüz işe almış, skandal duyulunca da istifa etmek zorunda kalmıştı... Paul Wolfowitz'in 28 Şubat öncesi Türkiye'den para çıkışını sağlamak için işadamlarıyla çevirdiği dolabı daha önce anlatmıştık.

12 Haziran'da İstanbul DGM Savcılığı, Yeniköy yakınlarında bir göl kıyısında silahlı eğitim yapan bir takım sarıklı kişiler hakkında soruşturma başlattı.

13 Haziran'da gazeteci yaralayan futbolcu Maradona, 2 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı.

30 Haziran'da Petrol Ofisi'nin yüzde 51 hissesinin özelleştirilmesi ihalesi yapıldı. Hayyam Garipoğlu'nun kazandığı ihale, yolsuzluk nedeniyle iptal edildi.

1 Temmuz 1998'de sözde "Türkiye ekonomisinin önünü açmak için" uzun bir süreden sonra tekrar IMF ile anlaşma yapıldı.

IMF'nin tarihinde bir ülke ile anlaşma yapıp ta, onu düze çıkardığı görümemiştir. Zaten IMF verilen borçların nasıl geri alınacağına dair anlaşmalar yapar, o ülkenin kalkınmasıyla ilgili değil!

7 Temmuz'da Meclis'te "harçlara hayır" pankartı açmaları nedeniyle 15'er ay hapse mahkûm edilen 8 öğrenci, aynı mahkemede beraat ettiler. Bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu!..

9 Temmuz'da İstanbul'da tarihi Mısır Çarşısı'nda bir patlama , oldu, 7 kişi öldü. Tüp patlaması mı, PKK bombası mı tartışmaları 4 yıl sürdü. İlk bilirkişi raporlarıyla tüp patladığına karar verildi. Sonra bomba olduğu anlaşıldı. Pınar Selek adlı zanlı, hernedense basında çok savunuldu. Kurtarılmaya çalışıldı.

12 Ağustos'ta 1997'de yapılan genel nüfus sayımının sonuçlarını açıkladı: Nüfusumuz 62 milyon 870 bin 30 kişi oldu.

18 Ağustos'ta Rusya'daki ekonomik kriz dünyayı sarstı. Rusya bütün dış borç ödemelerini durdurdu... Eğer ekonomik kriz varsa, eğer iflâsın eşiğine gelmişsen, sana aşırı yüksek faizle verilmiş olan borçların ödemesini durdurursun. Hatta "moratoryum" ilan edersin!.. Yani "Ben bu borçları ödemiyorum. Faizlerini kaldırın, şimdiye kadar aldığınız faizleri borca sayın. Benim borcumu iyice bir silin bakalım," dersin! Onlar da seni ellerinden kaçırmamak için borçların önemli bir kısmını silerler! Rusya'ya, Ekvator'a, Yunanistan'a, İspanya'ya bunu yaptılar!

Yine 18 Ağustos'ta Türk tarihinin en büyük mafya babası ülkücü Alaattin Çakıcı , Fransa'nın Nice kentinde kaldığı otelde yakalandı... Çakıcı'nın bir televiziyon kanalına verdiği beyanatta "Namusluların benden çekinmesine gerek yok. Benim işim namussuzlarla," demesi meşhurdur. Gerçekten de kumarcılar, esrarcılar, kadın satıcıları, ihalede yolsuzluk yapanlardan haraç alırdı.

19 Ağustos'ta tehditle tahsilat yapmak ve adam öldürmeye azmettirmek suçlarından aranan bir başka mafya babası Sedat Peker, Romanya'dan Türkiye'ye gelerek teslim oldu.

2 Eylül'de İnsan Hakları Derneği Genel Başkanı Akın Birdal ve Mazlum-Der Genel Başkan Yardımcısı İhsan Aslan gözaltına alındı. Birdal ve Aslan PKK'nın 14 aydır rehin tuttuğu 8 askeri almak için Refah partisi Van Milletvekili Fethullah Erbaş ile birlikte Zap kampına gitmişlerdi.

12 Eylül'de "Susurluk davası" sanığı İbrahim Şahin ile 2 özel tim mensubu, ve "köstebek davası" sanığı Bülent Orakoğlu tahliye edildi.

1 Eylül'de Rusya'da başlayan ekonomik ve siyasî kriz dünya finans çevrelerinde büyük endişe yarattı.

15 Eylül'de, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Atilla Ateş'in Suriye sınırındaki Hatay'ın Reyhanlı ilçesi yakınlarında bir sınır bölüğü denetiminde söyledikleri, Türk kamuoyundaki yılgınlık havasının giderilmesini sağladı. Yanında 2'nci Ordu Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman ve 6'ncı Kolordu Komutanı Korgeneral Çetin Saner olduğu halde, muharebe üniforması içinde, kolları sıvalı vaziyette, yani ağır bir sembolizmle konuşan Ateş, parmağıyla Suriye'yi işaret ederek şunları söylüyordu:

- "Türkiye komşularıyla iyi ilişkiler içindedir. Bizim bu iyi niyetimizi Apo eşkıyasını koruyan Suriye istismar etmektedir. Şunu açık söylüyorum ki, artık Türk Milleti iyi niyeti konusunda verdiği gayretin sonuna gelmiştir. Sabrımız taşmak üzeredir. Kimsenin toprağında gözümüz yoktur. Hiçbir ülkenin de bizim topraklarımız üzerinde emellerine izin vermeyiz. Bunu komşumuz Suriye'nin çok iyi anlaması lâzımdır."

1 Ekim 1998 tarihinde Dokuzuncu Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin yasama yılının açılışında yaptığı konuşma, PKK lideri Abdullah Öcalan'ın uzun yıllardır yaşadığı Suriye'yi açıkça tehdit eder nitelikteydi.

2 Ekim'de PKK'ya destek veren Suriye'ye karşı askerî tedbirler alınmaya başladı.

6 Ekim'de Suriye yönetimi Ankara Büyükelçiliği aracılığıyla gönderdiği savunmada Türkiye'nin İsrail etkisi altında bu politikaları ürettiğini iddia etti.

14 Ekim 1998’de Şam resmi bir açıklama yaptı: “Abdullah Öcalan Suriye’de değildir. Bir daha Suriye’ye giremeyecektir!”

16 Ekim 1998'de PKK'nın eli kanlı lideri Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarıldığı haberi doğrulandı, İnterpol harekete geçti.

18 Ekim'de Yahudi tefeci Nesim Malki cinayeti ile ilgili olarak tutuklanan Hayyam Garipoğlu, Nesim Malki ile ortaklığını ve Sümerbank'ın satın alınmasındaki işbirliğini açıkladı. Erol Evcil'in kendisinden tehdit ile para aldığını söyledi.

19 Ekim'de Başbakan Mesut Yılmaz, Malki cinayeti ile ilgili olarak "bir günde 700 trilyon liranın el değiştirdiğini, ve gözlerin Hayyam Garipoğlu ile Erol Evcil'e çevrildiğini" söyledi.

Karanlık ilişkileri olan işadamı Erol Evcil Malki cinayetinin de azmettiricisidir... Hayyam Garipoğlu ise karanlık ilişki ve eylemlerinin yanısıra, nişanlısı Münevver Karabulut'u vahşice öldüren Cem Garipoğlu 'nun amcasıdır. Cinayete yardım ve yataklık etmiştir.

20 Ekim 1998'de Adana'da imzalanan anlaşma ile Suriye, PKK'ya 20 yıldır verdiği desteği çekti.

22 Ekim'de DGM savcıları bir süredir yolsuzluk olduğu bilinen Türkbank ihalesini incelemeye aldı.

29 Ekim'de Adana'dan THY uçağını kaçırıp Cumhuriyet Bayramı törenlerinde Anıtkabir'e saldırmaya kalkan terörist uçağa yapılan yıldırım baskınla öldürüldü.

1 Kasım'da Almanya'daki sözde Halife Devleti başkanı Cemalettin Kaplan'ın oğlu Metin Kaplan ekibinin bir ölüm timi gönderdiği, bu timin Cumhuriyet'in 75. yıldönümü törenlerinde Anıtkabir'e patlayıcı yüklü bir uçakla dalış yapmaya hazırlandığı ortaya çıktı.

5 Kasım'da Danıştay hapis cezası kesinleşen Recep Tayyip Erdoğan'ı Belediye Başkanlığı'ndan aldı.

10 Kasım'da işadamı Korkmaz Yiğit'in hem kendini, hem de Mesut Yılmaz hükûmetini yakacak büyük ithamlar içeren kaseti ortaya çıktı.

12 Kasım'da PKK lideri Abdullah Öcalan Roma havalanında yakalandı. Bir hastaneye götürüldü.

14 Kasım'da işadamı Korkmaz YiğitTürkbank ihalesi soruşturması kapsamıda tutuklandı.

15 Kasım'da Abdullah Öcalan'ın Suriye'den çıkarılması, Roma'da yakalanması üzerine dağda başlayan paniği bastırmak için PKK katliama başladı. İlk gün kaçmaya çalışan 75 militan öldürüldü.

16 Kasım'da Öcalan'ı vermeye yanaşmayan İtalya'ya karşı boykot başlatıldı. Nasıl olduysa Rahmi Koç ortağı olduğu Fiat, Pirelli ve Ras sigorta şirketlerine mektup göndererek Öcalan'ın Türkiye'ye gönderilmesi için İtalyan Hükûmeti'ne baskı yapılmasını istedi. Herhalde İtalya ile olan ticarî ilişkilerinin bozulmasını istemiyordu.

17 Kasım 1998'de Öcalan Roma'da, "Terörden vazgeçtik," diye açıklama yaptı. Lâkin daha 24 saat geçmeden üzerinde bomba bağlı bir kadın terörist Hakkâri'nin Yüksekova ilçesinde askerî birliğe intihar saldırısı düzenledi. Kendisi parçalanıp ölürken 4 astsubay, bir korucu ve bir çocuk yaralandı.

Bu hep böyle olmuştur. PKK kendi kendine gelin-güvey olup sözde "ateşkes" ilan eder. Ama ateşkes süresince saldırılarına devam eder. Sonra da kendini savunduğunu iddia eder!

Öte yandan PKK'nin bir halk harekete olduğunu öne sürenlerin unuttuğu çok önemli bir husus vardır: Dağda 6.000 militan olduğu iddia edilirken, (ki, hiç bir fotoğrafta, yayınlarında 300'den fazla insanı bir arada göremezsiniz) o bölücülere karşı Kürt kökenli halktan 60.000 korucu görev yapmakta, onlarla mücadele etmektedir.

20 Kasım'da Türk mahkemesinin tutuklama kararını ve iade talebini hiçe sayan İtalya Öcalan'ı "zorunlu ikamet"le İtalya'da tuttu.

22 Kasım'da bir süre önce Fransa'da yakalanmış olan ülkücü mafya babası Alaattin Çakıcı mahkemede " Mesut Yılmaz beni Mehmet Eymür aracılığı ile ABD'de öldürtmek istedi. İade edilirsem, beni öldürürler," diye ifade verdi.

25 Kasım 1998'de muhalefetin şaibeli Türkbank ihalesiyle ilgili olarak verdiği gensoru önergesi kabul edilince, 28 Şubat'ın gayrımeşrû çocuğu Mesut Yılmaz hükûmeti düştü. Türkbank ihalesindeki yolsuzluk iddiaları üzerine CHP hükümete desteğini geri çekmiş ve gensoru önergesi vermişti. Tabii o kısa dönemde cereyan eden inanılmaz yolsuzlukların hikâyesi gensoruyla bitmedi. Cumhurbaşkanı mason Demirel hükûmeti kurma görevini dönme Yalım Erez'e verdi.

3 Aralık'ta Fransız mahkemesi Alaattin Çakıcı'nın Türkiye'ye iadesini kararlaştırdı. Ancak "idam edilmeme" şartı koştu. Bir süre sonra Amerika aynı şeyi Abdullah Öcalan için yapacaktı.

4 Aralık'ta ortaya bir de "yatakodası çetesi" çıktı. Sibel Can'ın çıplak resimleriyle şantaj yapmaya kalkan Can Kuzu adlı kişinin kendisinin çıplak resimleri Karagümrük Çetesi lideri Vedat Ergin'in adamları tarafından çekildi. Şantaj önlendi. Sibel Can'ın kocası Hakan Ural'ın Vedat Ergin'e 2,5 milyon liralik kol saati aldığı öğrenildi.

7 Aralık'ta her ne kastettiyse, "kan akacak, fıstık gibi olacak," sözleri ile Erbakan'ı ve Refah Partisi'ni yakan eski milletvekili İbrahim Halil Çelik Avusturya'da yakalanıp tutuklandı.

8 Aralık'ta Devlet'in milyarlarını batırmaktan iki yıldır aranan Türkiye Kalkınma Bankası Müdürü Özal Baysal İzmir'de ele geçirildi. Ama Adalet, Hak Hukuk, Mahkeme gibi kavramlar uygulanan Batı Standarları kapsamında değerlerini yitirdiği için, 80 milyar 376 milyon 606 bin 98 lira yolsuzluk yaptığı kesinleşen Özal Baysal'a 1,5 milyar lira ceza kesildi.

12 Aralık'ta 4 ay önce esrarengiz biçimde kaybolan banka müdiresi Sema Adın'ın ayağına demir bağlanarak canlı canlı denize atılmış olduğu, kaatil Erdinç Kızılcık'ın yakalanmasıyla ortaya çıktı. Abdülkadir Uslu, Muhammet Moroğlu ve Mehmet Bozoğlu ve Erdinç Kızılcık 16 yıla mahkûm olmalarına rağmen, Hıristiyan Batı anlayışına göre "şartlı tahliye"den yararlanıp 6 yıl 2 ay sonra serbest kaldılar!

14 Aralık'ta 15 AB üyesi ülke liderleri, Lüksemburg Zirvesi'nde "Türkiye'ye kapıyı açık tutma" (ama asla içeri almama) kararı aldı!

15 Aralık'ta Narkotik Şube Müdürü iken görevden alınarak Beyoğlu İlçe Emniyet Müdürlüğü'ne atanan Ferruh Tankuş, "Amansız mücadelemden korkan bir grup uyuşturucu kaçakçısı, benim tayinimi çıkarabilmek için üst düzey emniyet yetkililerine 4 milyon dolar vermiştir," dedi. Herhalde "rüşvet" dememiştir ama, başka ne olabilir ki?.. Bir ara İbrahim Ural ile Sadettin Tantan'a da benzer bir muamele yapılmıştı.

16 Aralık'ta İtalya, Abdullah Öcalan üzerindeki "zorunlu ikamet" kararını kaldırdı, uluslararası hukuk kurallarını hiçe sayarak serbest bıraktı. Aynı gün Amerika, Irak'a "Çöl Tilkisi" harekatını başlattı. Harekatın nedeninin Irak'ın Birleşmiş Milletlerin silahları kontrolünü engellemesi olduğu ileri sürüldü. Bundan sonra Clinton yönetimi "gözün üstünde kaşın var" deyip her bahane ile Irak'ı bombalamaya başladı.

17 Aralık'ta Yunanistan adına casusluk yaptığı belirlenen Hava Üsteğmen Alim Arslan 12,5 yıl, Hava Yüzbaşı Mehmet Barut 1 yıl 3 ay, Deniz Astsubay Osman Kabadayı 6 yıl 3 ay ağır hapse mahkûm oldu. Ancak bu kişilerin Rum kökenli olup olmadıkları, gayrımüslim olup olmadıkları hakkında bir açıklama yapılmadı... 2010 yılında da yine Deniz Kuvvetleri'nde kadın askerî öğrencileri fahişe olarak kullanıp bazı subaylara şantaj yapan bir "çete" hakkında casusluk soruşturması açıldı. Nedense TÜRK ORDUSU'nda bir ihanet şebekesi oluşmuştu. Herhalde NATO ve ABD bağımlılığı ve İsrail yandaşlığı yüzünden!

24 Aralık'ta Öcalan'ın İtalya'daki attığı barış palavralarına rağmen, bir kadın intihar eylemcisi beline sardığı bombaları Van Orduevi önünde patlattı. 13 yaşındaki Osman Akbaş ölürken 24 kişi de yaralandı.

26 Aralık'ta uyuşturucu çetelerinin polis bağlantılarını açıklayan Hüseyin Uzun, İstanbul Emniyet Müdürlüğü tuvaletinde asılı bulundu.

30 Aralık'ta DGM Başsavcılığı Uğur Mumcu cinayetiyle ilgili olarak A. Argun Çetin hakkında idam talebiyle dava açtı. Böylece olayın İran'la falan bağlantısı olmadığı ortaya çıktı.

6 Ocak 1999'da 43 gün boşa dolanıp bir halt edemeyen Yalım Erez görevi Cumhurbaşkanı Demirel'e iade etti. Demirel de hükûmeti kurmakla Bülent Ecevit'i görevlendirdi.

7 Ocak'ta Alaattin Çakıcı'ya ABD'de düzenlenen suikasti kendisine haber verdiği için Devlet Bakanlığı'ndan ve milletvekilliğinden istifa eden Eyüp Âşık bu "suç"tan dolayı hâkim karşısına çıktı... Demek ki, Çakıcı'nın "Mesut Yılmaz beni Mehmet Eymür'e öldürtecekti," ifadesi doğruydu.

Yine 7 Ocak'ta ABD Başkanı saksafoncu Bill Clinton'ın Monica Levinsky ile gayrımeşrû ilişkisi, ve bunu inkâr etmesinden dolayı azli istemiyle açılan dava başladı.

8 Ocak'ta İstanbul İkitelli'de bir hurdacıda esrarengiz bir nükleer kaza meydana geldi.

10 Ocak'ta 1991'den beri aranan Haluk Kırcı yakalandı. Haluk Kırcı 8 Ekim 1978'de Ankara Bahçelievler'de 7 TİP'li genci öldürmekten sanıktı.

12 Ocak'ta Kosova'ya zalim NATO uçaklarındn bomba yağmaya başladı. Harekât 79 gün sürdü. Binlerce masum insan öldü, yüzlerce tesis yerle bir oldu. Hıristiyan Batı ülkeleri Kosova'ya "demokrasi" getiriyorlardı!

13 Ocak'ta Malki cinayetinden sonra korkunç bir şekilde öldürülen borsacı Yener Kaya'nın bir aşk cinayetine kurban olduğu anlaşıldı. Yener Kaya otomobilinin direksiyonuna kelepçelenmiş, öldürülmüş ve arabası yakılmıştı.

14 Ocak'ta Sahibi olduğu İnterbank'a el konulan bağımsız milletvekili Bursalı işadamı Cavit Çağlar hakkında 51 trilyon liralık (158.878.504 dolar) rekor haciz kararı alındı.

17 Ocak 1999'da Bülent Ecevit'in azınlık hükûmeti 188'e karşı 306 oyla güvenoyu aldı. Böylece 28 Şubat sürecinin ikinci "gayrımeşrû çocuğu" bu Ecevit azınlık hükûmeti oldu. Çiller, DYP'nin dışardan destek vereceğini söylemiş, öyle kurulabilmişti. İçişleri Bakanı Cahit Bayar, Maliye Bakanı Zekeriya Temizel, Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Ahmet Ziya Aktaş, Turizm Bakanı Ahmet Tan, Orman Bakanı Arif Sezer idi. Bu hükûmette Başbakan Yardımcısı olan Hüsamettin Özkan ile Dışişleri Bakanı dönme İsmail Cem sonradan Ecevit aleyhine dönecek, onu düşürmeye çalışacak, ve yeni bir parti kuracaklardır.


18 Ocak 1999'da Türk istihbarat birimleri Abdullah Öcalan'ın Moskova'nın 120 klm. doğusunda bir havaalanında olduğunu belirlediler. İtalya'da 66 gün kalmış olan Öcalan bu ülkeye tam 600 milyar lirete mâlolmuştu. Türkiye 92 trilyon liralık ihaleyi iptal etti. 23 trilyon liralık siparişinden de vazgeçti.

29 Ocak'ta Yargıtay Başsavcısı Vural Savaş, Kürtçü HADEP hakkında kapatma davası açtı.

1 Şubat'ta sığınacak yer bulamayan Öcalan iki gün boyunca Avrupa semalarında dolandı durdu. Hollanda'dan kovuldu. Atina'da tutunamadı. İsviçre'ye inmesine izin verilmedi.

2 Şubat'ta Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, İkitelli'de meydana gelen nükleer kazanın dünya sıralamasında 20. olduğunu açıkladı. Buna rağmen kazanın mahiyeti anlaşılamadı.

9 Şubat'ta 47 yıldır Ürdün krallığı yapan, peygamber soyundan olup ta müslümanlara ihanet içinde olan Hüseyin öldü Yerine oğlu Abdullah geçti.

11 Şubat'ta Magazin Gazetecileri Derneği'nin ödül töreninde Kürtçe kaset yaptığını açıklayan Ahmet Kaya tepki gördü. Polisler tarafından zor kurtarıldı.

12 Şubat'ta ABD Başkanı saksafoncu Bill Clinton azil davasında aklandı. Clinton "vallah billah Monica ile ilişkiye girmedim," diye yalan yere yemin etmek ve adaleti engellemekle suçlanıyordu.

13 Şubat'ta "Türkiye'nin bölünmesini istemiyorum" diye açıklama yapan Ahmet Kaya'nın 1993 yılında Avrupa'da Kürdistan haritası önünde konser verdiği ortaya çıktı. Bir müddet sonra yurtdışına kaçan Ahmet Kaya Avrupa'da öldü.

15 Şubat 1999'da Abdullah Öcalan Kenya'dan Türkiye'ye getirildi. Kenya'nın başkenti Nairobi'deki Yunan Büyükelçiliği'ne sığınan Öcalan'ı Kenya Gizli Servis elemanları elçiliğe girerek aldı. Nasıl bir diplomatik skandal olduğu bir yana, Kenya devleti niye böyle bir işe kalktı, CIA'nin bundaki rolü neydi, bilinmez. Sonra iddiaya göre Öcalan'ı götüren konvoya Türk istihbaratçıları ve Türk askerî vurucu timi müdahale ederek Öcalan'ı kaçırdı. Cavit Çağlar'ın, nedendir bilinmez tahsis ettiği Falcon uçağı ile İstanbul'a, oradan Bandırma'ya, oradan da önceden hazırlanmış olan İmralı adasına götürüldü. Öcalan uçakta neredeyse altına edecekti. Kendisini yakalayan elemanlara, "Fırsat verilirse, hizmetinize hazırım," diye hemen uşaklaştı!


4 CÜ  BÖLÜMLE DEVAM EDECEKTİR

..


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder