22 Eylül 2015 Salı

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL VE ÖNCESİ BÖLÜM 18




TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL VE ÖNCESİ   
BÖLÜM 18



 1973 SEÇİMLERİNİN ORTAYA KOYDUĞU SİYASİ TABLO,


1971 Muhtırası sonrası en çok merak edilen konulardan biri yeni seçimlerde parlamentonun nasıl şekilleneceğidir. Bu dönemde yoğun propagandalar yapılmış ve seçim sürecinde partiler yayınladıkları seçim bildirileriyle hedeflerini sıralamışlardır. CHP’nin seçim bildirgesi “Ak Günlere” kitap halinde basılmıştır. Bildirgede ülkenin sağa doğru kayması, pahalılığının kasıtlı oluşturulduğu düşüncesi, ekonomi ve demokrasideki 12 Mart’tan sonraki yozlaşma, özgürlüklerin kısıtlanılması, huzur ve asayiş politikası gibi konular ele alınmıştır.619
AP’nin seçim sloganları ise şöyledir: “Halkın derdini halktan olanlar anlar”, “Demokrasinin bayrağı AP”, “Dirlik-düzenlik-kalkınma”, “İşsizliğe-cahilliğe-çaresizliğe
paydos”, “Sıcak aş-dertsiz baş-mutlu yurttaş hedefimizdir”, “Birlik kuvvettir, AP’ de birleşelim”.620

617 Cumhuriyet, 21.5.1971, s.1.
618 Milliyet, 23.4.1973, s.1.
619 Çavdar, a.g.e., s.227-231

MSP beyannamesine bakıldığında bu partinin de MHP gibi “başkanlık sistemi”ni savunduğu görülmüştür. Senatonun kaldırılması, milletvekili sayısının 300’e indirilmesi, önemli meselelerin çözümü için referandum, halk vetosu, halk teşebbüsü gibi usullerin getirilmesi, ceza davalarında jüri sistemini getirmek MSP’nin 1973 beyannamesinde savunduğu başlıca görüşler arasında yer almıştır.621 Burada en dikkat çekici konu Senatonun kalkması yönündeki isteklerdir. Bu istek önceleri AP tarafından seslendirilmiştir. Bu duruma yol açan en büyük etkenlerin başında Senato içerisindeki MBG üyelerinden duyulan rahatsızlık gelmiştir.
14 Ekim 1973 seçimleri sonucunda CHP birinci parti olarak 185, AP: 149, MSP: 48, DP: 45, CGP:13, MHP:3, TBP:1 ve Bağımsızlar: 6 milletvekili ile TBMM’de temsil edilmiştir. Barajsız d’Hont Sisteminin uygulandığı 1973 seçimleri sonucunda hiçbir parti hükümet kurabilecek yeterli çoğunluğu sağlayamamıştır. Hiçbir partinin iktidar olabilecek oyu alamadığı 1973 seçimleri kamuoyunda Ecevit’in kişisel başarısı olarak değerlendirilirken, CHP geçerli oyların % 33.3’ünü alarak en güçlü parti konumuna gelmiştir.622 Böylece CHP’nin 1960’lardan beri devam eden oy kaybı bu seçimlerle birlikte son bulmuştur. CHP’den sonra en büyük sürprizi MSP göstermiştir. DP’yi geride bırakan MSP üçüncü sırada yer almış ve seçim sonrası hükümet kurma arayışlarında kilit parti haline gelmiştir.623
1973 seçimleriyle birlikte 1950’lerden beri süregelen DP-AP üstünlüğüne bir anlamda son verilirken AP’nin oyları 1969 Seçimlerine göre % 46.5’ten % 29.8’e düşmüştür. İlk defa seçimlere katılan MSP ve DP’de % 12 civarında oy alarak seçimlerde başarılı olurken MP önceki seçimlerde % 3.2 olan oyunu neredeyse tamamen kaybetmiş ve % 0.6’lık oy oranın ile hiç milletvekili çıkaramamıştır. MHP aldığı % 3.4’lük oy oranı ile milletvekili sayısını üçte bir oranın da arttırırken TBP ise %1.1 ile yalnızca Genel Başkanı’nı Meclise gönderebilmiştir. GP’nin ise 1969 seçimlerinde % 6.6 olan oy yüzdesi son seçimlerde % 5.5’e düşmekle beraber fazla bir kayba uğramamış ve 13 milletvekili ile temsil hakkı kazanmış tır.

Seçim sonuçlarını değerlendiren Demirel'e göre:


"Hiçbir parti iktidar olmamıştır. Az alan çok alan olmuştur ama iktidar çizgisinden her parti bir hayli geride kalmıştır. Seçimin neticesi ve Cumhuriyet Senatosu üyelerinin dağılışı nazarı itibara alındığında Türkiye'de istikrarın nasıl sağlanacağı sualini cevaplamak oldukça güçtür. Bununla beraber, meşru zeminlerin ve meşru yolların açık tutulması bizi çaresizlikten kurtaracaktır. Zira meşruiyet içerisinde çare tükenmezdir..."624
14 Ekim 1973’te yapılan seçimin neticeleri alınmaya başlandığında, CHP sandıktan birinci parti olarak çıkıyordu. Gerçi rakibiyle arasında büyük bir oy farkı yoktu; ancak yine de CHP tarihi açısından alınan sonuç göz kamaştırıcıydı. Çünkü parti, olağan hiçbir dönemde birinci parti olamamıştır. 1977’de bir kez daha tekrarlanacak olan bu başarı çok önemlidir.


620 Milliyet, 11.9.1973, s.1.
621621 MSP, 1973 Seçim Beyannamesi, Ankara, 1973, s.18-24.
622 DİE, 14 Ekim 1973 Milletvekili Seçimi Sonuçları, Ankara, DİE Yayınları, 1974, s.6-7.
623 Cumhuriyet, 15.9.1973, s.1.
624 Cumhuriyet, 1.11.1973, s.1.

Tablo 3- 1973 Yılı Genel Seçim Sonuçları

PARTİ    LİDER              ALDIĞI OY (%)      MİLLETVEKİLİ

CHP     Bülent Ecevit          33,29                      185
AP       Süleyman Demirel  29,82                      149
DP       Ferruh Bozbeyli      11,89                       45
MSP    Necmettin Erbakan 11,80                       48
CGP    Turhan Feyzioğlu      5,26                       13
MHP   Alparslan Türkeş       3,38                         3
TBP    Mustafa Timisi           1,14                         1
MP     Cemal Tural                0,58                         0
Bağımsızlar                          2,80                          6

[Kaynak: http://www.konrad.org.tr/secim/ayrinti.php?yil_id=67 (Erişim: 08.10.2012)]

Seçime katılma oranının çok yüksek olduğu gözleniyordu. CHP’nin başarısındaki en büyük etkenin DP ile MSP’nin, AP’nin oylarını bölmesi olarak gösterilmekte; CHP’nin sürpriz yaptığı manşetlere taşınmaktadır. Demirel sandıklar açıldıktan sonra “Bu gece beni unutun” diyordu. Barajsız d’Hont sisteminin tatbik edildiği seçimlerden sonra ortaya çıkan manzara yeni bir koalisyon hükümetinin habercisiydi ancak süreç çok ilginç bir şekilde gelişti ve sürpriz bir koalisyon hükümeti kuruldu.625 1973 seçimleri Türkiye’de 12 Mart askeri vesayetinin sonu anlamına gelmektedir. Sonraki zamanlarda askerin siyasal kurumlar üzerindeki etkisinin sürdüğü gözlemlenecektir.

1973-1977 YILLARINDA HÜKÜMETLER

1.CHP-MSP KOALİSYON HÜKÜMETİ,

1973 seçimleri sonrası Türkiye’de 100 gün boyunca hükümet kurulamamıştır. Önce Ecevit, sonra Demirel, daha sonra Naim Talu ve yeniden Ecevit’e verilen hükümeti kurma yetkisi 24 Ocak 1974’de CHP-MSP arasında yapılan görüşmeler sonucu varılan anlaşmasıyla son bulmuştur. Bu görüşmeler esnasında, ölüm cezasına mahkûm edilmiş olanların 30, ömür boyu
625 “CHP sürpriz yaptı”, Hürriyet, 15 Ekim 1973.

hapse mahkûm edilmiş olanların cezalarının ise 20 yıla indirilmesi konusunda anlaşmaya varılmıştır; fakat fikir suçluları üzerinde anlaşmaya varılamamıştır. Üniversitelere idari ve mâli özerklik verilmesi, sanayi yatırımlarında Anadolu’ya öncelik verilmesi, nüfus kontrolü, din eğitimi, toprak reformu uygulamalarının başkanlar düzeyinde ele alınması, hızlı ve ucuz vergi sistemi gibi konular da uzlaşmaya varılan diğer konular arasındadırlar. 24 Ocak’ta hazırlanan protokolün imzalanmasının ardından hükümet de açıklanmıştır.626
Bu dönemde CHP-MSP ortaklığının olabilirliği hakkında geniş tartışmalar yapılmıştır. Koalisyonun dayanağının bireyin temel özgürlüklerine duyulan inanç, maden yataklarının ve petrolün devletleştirilmesiyle büyük kapitalistlerin gücünü kırmak olduğu ileri sürülmüştür. Ancak iki siyasi parti arasında, toplum anlayışı ve izlenen politikalar bakımından önemli farklılıklar bulunmaktadır. Koalisyonun temelini toplumsal görüşlerin benzerliğinden çok yapılan siyasi hesaplar oluşturmuştur. Koalisyon protokolü "demokrasi" sorununa ciddi bir şekilde eğilmeyi hedefleyen ilk programdır.627
Hükümet programında genel af çıkarılması, orman suçlarının affı, siyasal hakların iadesi, işsizlik sigortasının gerçekleşmesi, işçilerin kıdem tazminatının arttırılması, kadınların 20 yılda emekli olmaları, seçim mevzuatında değişiklik yapılması yer almıştır. Ayrıca 18 yaşını bitiren ve öğrenci olmayanlarla, yurt dışında çalışanlara oy hakkı tanınması, imam hatip okullarının yeniden açılması, vekil imamların asil kadroya geçirilmesi, eğitim politikasına yeniden yön verilmesi, okullara milli ahlak dersi konulması, 1973 sonuna kadar yaptırılmış olan gecekonduların meşrulaştırılması, vergi sisteminde ıslahat yapılması, asgari geçim indiriminin arttırılması, sosyal adaletin sağlanması gibi çarpıcı konu başlıkları vardır.628
AP Genel Başkanı Süleyman Demirel koalisyon hakkında:
“Koalisyonu teşkil eden iki parti geçerli oyların %45’ini almıştır. Millet Meclisinde Meclis Başkanı dahil 233 üye vardır. İki parti dışında ise 216 milletvekili mevcuttur. Türkiye parlamentosu çift meclise dayanır. Her meclisin ağırlığı vardır. Güvenoyu Millet Meclisinde verilmesine rağmen, yasa ve denetleme faaliyetlerinde ve TBMM faaliyetlerinde Cumhuriyet Senatosu’nun önemli bir yeri vardır. Senatoda da çoğunluğa AP sahiptir. Koalisyon partilerinin üye sayısı 48 iken, AP’nin tek başına üye sayısı 80’dir. AP’nin ana muhalefet görevini yaparken, memleket yararına bulmadığı icraatın karşısına çıkmakta önemli bir ağırlığı olduğunu kimse inkar edemez…’’ demiş ve Senatodaki üstünlüğün AP’nin elinde olmasının önemine vurgu yapmıştır.629 Bu ise yönetimdeki çift başlılığın oluşturduğu olumsuzluklardan birisi olarak göze çarpmaktadır.
Bu hükümet döneminde yaşanan en önemli olay “Kıbrıs Sorunu”nun yeniden ülke gündemine birinci sıraya oturmasıdır. 1974 yazında Türk ordusu Kıbrıs'a çıkarma yapmış; bu Ecevit'in cesaret ve vatanseverliğinin bir göstergesi olarak görülmüştür. Onun "Kıbrıs sorununa kendinden önce hiçbir Başbakanın hayal bile edemediği radikal bir çözüm bulduğu" düşünülmüştür.

626 Milliyet, 25.01.1974, s.1.
627 Ahmad, “Demokrasi Sürecinde…”, s.441.
628 1973-1977 dönemi Hükümetler ve Meclis faaliyetleri ile ilgili kapsamlı bilgi için bkz., H. Emre Bağce, Türk Parlamento Tarihi, TBMM XV. Dönem (1973-1977), Yasama, Ankara, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay. 2012; H. Emre Bağce, Türk Parlamento Tarihi, TBMM XV. Dönem (1973-1977), Denetim, Ankara, TBMM Kültür, Sanat ve Yayın Kurulu Yay. 2012.
629 Milliyet, 29.1.1974, s.1.


Durumun bu şekilde değerlendirilmesi, 1974 sonlarında CHP desteğinin en üst noktaya ulaşmasına neden olmuştur Özellikle muhalifliğiyle ön plana çıkan MBG üyeleri bile hükümete destek vermişler, MBG üyesi Suphi Karaman, Erbakan ve heyetine bu süreçte müşavirlik etmiştir.630

Kıbrıs krizi sona erdiğinde, ise bu koalisyonun biteceği anlaşılmıştır. 26 Ocak 1974 tarihinde kurulmuş olan CHP-MSP Koalisyonu 17 Kasım 1974 tarihine kadar sekiz ay gibi (aslında Ecevit Eylül ayında istifasını sunmuştur; fakat yeni bir hükümet kurulana kadar iktidarda kalmışlardır. Bu bağlamda aktif anlamda 8 ay, resmen 10 ay varlık gösterilmiştir) kısa bir süre varlık gösterebilmiş ve sonrasında koalisyon sona ermek durumunda kalmıştır. Parti programları arasındaki uyuşmazlıkların aşılamaması, Genel Af Yasası’nda çıkan anlaşmazlıklar, Kıbrıs Barış Harekatı gibi çeşitli nedenlerin sonucunda mevcut birliktelik bozulmuştur. Bu birlikteliğin sekiz ay devam edebilmesi bile uzun süredir; çünkü birlikteliğin ilk günlerinde uyuşmazlıklar baş göstermiştir. Kıbrıs Barış Harekatı’nın yol açtığı gelişmeler sayesinde devam eden birliktelikte, MSP’nin genel af konusunda koalisyonunun kurulma aşamasındaki tavrı ile koalisyon kurulduktan sonraki tavrı arasındaki değişiklik, CHP açısından koalisyonun devam edebileceğine dair olan inancın yitirmesine sebep olmuştur.631
Bu dönemde yaşanan diğer kriz ise “Petrol Krizi”dir. Yeni Hükümeti ve 12 Eylül’e gidiş sürecinde Türkiye ekonomisini olumsuz etkileyen olayların başında bu kriz gelmektedir. Ekim 1973’te Arap-İsrail savaşlarının yeniden başlamış ve petrol ihraç eden Arap ülkelerinin girişimiyle ham petrol fiyatı 2,5 dolar iken, 24 Aralık 1973’te 11,6 dolara yükselmiştir. Dünya ekonomisinin dengelerini alt üst etmiş olan “petrol şoku” petrol ithalatçısı olan Türkiye’nin dış ticaret açığının üç misli artmasına neden olmuştur. Hükümet petrol krizinin yıkıcı etkileri aşmaya çalışırken, bahsi geçen 1974 yılında Kıbrıs Barış Harekâtı başlamıştır. İçten ve dıştan kaynaklanan olumsuz koşullara bağlı olarak ekonomik dengeler hızla bozulurken, ülkenin kaderini belirleyecek iki siyasi lider, Demirel ve Ecevit’in kamuoyu önünde ülke dikkate almayan, daha çok politik mülahazalarda bulundukları dikkat çekmiştir.632
Ecevit, ya erken seçime gitmeyi ya da DP ile bir koalisyon oluşturmayı umarak MSP ile ortaklığını sona erdirmiştir. Ancak plan başarısızlığa uğramıştır. Çünkü sağ kanat partileri Demirel'in liderliğinde, MC Hükümeti adı altında bir koalisyon oluşturmuşlardır.633

2.SADİ IRMAK HÜKÜMETİ,

CHP-MSP Koalisyon Hükümeti’nin bitmesinden sonra bir hükümet bunalımı doğmuş, görevlendirilen hiçbir siyasetçi hükümet kurmayı başaramamıştır. Hükümet kurma çalışmalarının sıkıntıya girdiği bu süreçte yeniden 12 Mart Muhtırası sonrasında olduğu gibi bağımsız Başbakan formülü gündeme gelmiş ve Kontenjan Senatörü Sadi Irmak, Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk tarafından hükümeti kurmakla görevlendirilmiştir. 


630 Karavelioğlu, a.g.e., s.265.
631 Hikmet Bila, CHP 1919-2009, İstanbul, Doğan Kitap, 2008, s.243
632 Erdinç Tokgöz, Türkiye’nin İktisadi Gelişme Tarihi 1914–2004, 7. Bs Ankara, İmaj Yayınevi, 2004, s.188–189.
633 Ayşe Güneş Ayata, CHP Örgüt ve İdeoloji, Ankara, Gündoğan Yayınları, 1992, s.93.

Korutürk buna gerekçe olarak şu sözleri söylemiştir:

“Türkiye’nin içte ve dışta son derece ciddi sorunları vardır. Türkiye bu durumda, Meclis müzakeresinden yoksun, uyuşmazlığa düşmüş, müstafi bir hükümetin eline bırakılamaz. Hükümet kurma gerekçesinin anlaşılamadığı bu aşamada; Meclis, kanun görüşemez; kanun yapamaz durumundadır. Türkiye’nin kaderini müstafi hükümetin taşımasını zorlamak imkansızdır. Demokratik kurallar içinde hükümeti kurmak, Meclisi icraya çağırmak görevimdir.”634
Sadi Irmak yaptığı çalışmalar sonunda bağımsızlardan ve CGP’li parlamenterler den oluşan bir hükümet oluşturmuştur. Sadi Irmak Hükümeti’nde; 11’i parlamentodan 15’i dışarıdan 26 bakan yer almıştır. Bu hükümet 12 Mart sonrası kurulan teknokratlar hükümetlerinin devamı niteliğindedir.

Hükümet kurulmuştur ancak hem Ecevit hem Demirel erken seçim istemişlerdir. Demirel güvenoyu verenlerin hükümetten sorumlu olacaklarını ifade ederken, Ecevit kurulan hükümetin kuruluş şeklinin normal demokratik kurallara uymadığını belirtmiştir.635 Bu durumda kurulan hükümet Türk siyasi literatürün de sık kullanılan ifadeyle “ölü doğmuş” bir hükümettir.
Yeni hükümete tek destek Meclis içinde en küçük gruba sahip CGP’den gelmiştir. CGP’nin tüm çalışmalarına karşın Sadi Irmak Hükümeti 29 Kasım 1974 tarihinde TBMM’de 378 parlamenterin katıldığı güven oylamasında 17 beyaz oya karşılık 358 kırmızı oyla güvensizlik oyu almıştır. Sadi Irmak Hükümeti’nin almış olduğu 17 beyaz oyun tamamı CGP’li milletvekillerince verilmiştir.636 Sadi Irmak Hükümeti güvenoyu alamamasına rağmen yeni hükümet kurulamaması yüzünden 31 Mart 1975 tarihine kadar devam etmiştir.

3.AP-MSP-MHP-CGP I. MİLLİYETÇİ CEPHE HÜKÜMETİ,

Sadi Irmak Hükümeti iş başındayken hükümet arayışları sürmüş, bu süreç yaklaşık bir yıl süren bir karmaşayı da beraberinde getirmiştir. Cumhurbaşkanı Korutürk’ün de dediği gibi “artık halk siyasi çekişmelerden bezmiştir.”637 Bu kez hükümeti kurma görevi Süleyman Demirel’e verilmiştir. Bu sırada partiler arası transferler de başlamıştır. CGP’li İlhami Sancar CHP’ye girerken bağımsız Senatör Hikmet Yurtsever ise AP’ye geçmiştir.638 İstanbul Milletvekili Nilüfer Gürsoy, Sadettin Bilgiç ve 8 arkadaşının DP Genel Merkezine yolladıkları istifa mektubu dönemin siyaset iklimini yansıtmaktadır:

634 Milliyet, 13.11.1974, s.10
635 Milliyet, 21.11.1974, s.1.
636 Cumhuriyet, 30.11.1974, s.1.
637 Cumhuriyet, 2.4.1975, s.1.
638 Cumhuriyet, 8.4.1975, s.1.

“Hür demokratik rejimlerde hiçbir şeyin şahsa ve inatlaşmış şartlara bağlı kalmaması gerekir. İçinde bulunduğumuz şartlar, uzlaşma ve bağdaşmayı zaruri kılmaktadır. Türkiye komünizmin çok yönlü tehdidi altındadır. Çok yönlü tehdit içindedir. Son zamanlarda meydana gelen olaylar, Türkiye devletini ülkesi ve milletiyle bölünmez bir bütün olma esasından ayırma istidadı göstermektedir. Bu şartlar muvacehesinde bizler, CHP dışında ve seçilmiş partili bir parlamento üyesinin başkanlığında kurulacak hükümeti oylarımızla destekleyeceğimizi, bu darboğazdan geçebilmenin şartı olarak aziz milletimizin ıttılalarına saygılarımızla sunuyoruz. Bu sebeplerle, hükümetin kurulmasına yardımcı olmak maksadıyla, DP’den ayrılma zaruretinin doğmuş olduğunu arz ediyoruz.”639
Bu dönemde 1975 Senato seçimlerinde düzenlenen seçim kampanyası ise birçok şiddet olayının da sahnelenmesine neden olmuştur. Bunlardan en önemlisi Bülent Ecevit ve CHP konvoyuna yönelik Gerede’de yapılan silahlı saldırı olmuştur. Olaya AP milletvekili Ahmet Çakmak’ın da karıştığı iddia edilmiş ve siyasi gerginlik bir anda tırmanmıştır.640

Bunun üzerine CHP tarafından Taksim’de düzenlenen Demokrasi ve Özgürlük Mitingine o güne kadar az görülen bir kitle katılmış ve Ecevit çıkan olaylara karşı “Demokrasiyi sokakta bulmadık, sokağa bırakmayız!” diyerek gerginliğe prim vermeyeceklerine işaret etmiştir.641

Kamuoyunda I. Milliyetçi Cephe (MC) Hükümeti olarak tanımlanan, IV. Demirel Hükümeti 3l Mart 1975 tarihinde Meclisten güvenoyu alarak görevine başlamıştır. Bu hükümet 21 Haziran 1977’ye kadar görevini sürdürmüştür. Bu süreç içinde yaşanan en önemli gelişme toplumsal gerginliğin yeniden tırmanışa geçmesidir. Bunun yanında DGM’lerin açılmak istenmesi sendikal eylemlerin artması, 1 Mayıs 1977’de Taksim’de işçilerin öldürülmesi gibi olaylar bu döneme damgasını vurmuştur.642

639 Bilgiç, a.g.e., s.244-245.
640 Milliyet, 22.6.1975, s.1.
641 Milliyet, 29.6.1975, s.1.
642 Çavdar, a.g.e., 244-246.

SONUÇ VE ÖNERİLER,

Cumhuriyet tarihinin ikinci askeri müdahalesi 12 Mart 1971’de bir muhtıra verilerek yapıldı. Aslında muhtıra 9 Mart’ta uygulamaya konulması planlanan sol darbeyi rehabilite etme hamlesi olarak görülmektedir. Muhtıradan tam üç gün sonra ordu içindeki tasfiyeler, bir yıl sonra Bomba Davası olarak adlandırılan tevkifat sonrası yapılan duruşmalar, ünlü Ziverbey’deki Zihnipaşa Köşkü’nde yapılan sorgulamalarla birlikte gündeme getirilen kontrgerilla tartışmaları, ilerleyen dönemde, yükselen sokak çatışmalarının müsebbiplerinin araştırılması esnasında derin kuşkuların doğmasına neden olmuştur. 12 Mart Muhtırası öncesi ve sonrasında yükselen kır-şehir gerillâsı olgusu, sol güçlere, özellikle üniversite öğrencileri arasında buldukları tabanla birlikte, geniş bir örgütlenme imkânı yaratmıştır. Fikir Kulüpleri Federasyonu’ndan Dev-Genç’e (Devrimci Gençlik Federasyonu), THKO (Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu), THKP-C (Türkiye Halk Kurtuluş Partisi Cephesi) ve TİKKO (Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu) türü silâhlı örgütlenmelerin taban bulmasını da beraberinde getirmiştir.

Anti-Amerikanizm’in yükselişe geçtiği, 68 kuşağının tüm dünyada sisteme karşı isyan bayrağı çektiği bu dönemde, Sovyetler Birliği’nin yükselen prestijiyle birlikte sosyalist dalganın çevre ülkelere sirayeti, Ortadoğu’da Baas türü yerlici sosyalist akımları ortaya çıkarırken, Türk solu açısından dönem içindeki ideolojik dayanak 1920’lerin başında yürütülen Milli Mücadelenin anti-emperyalist niteliği olmuştur. Türk solunun Milli Mücadeleyi yürüten asker-sivil bürokrasiyle, yerel eşraf hakkında, gerek Bakü’de toplanan Şark Halkları Kurultayında, gerekse Üçüncü Enternasyonal’de serdedilen Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin öznel durumuna has ve bir o kadar da anlaşılabilir pozitif tutumu sorgusuz sualsiz kabulü, bu arada illegal Türkiye Komünist Partisi’nin bu doğrultudaki tezleriyle birleştiğinde anlaşılabilir olmaktadır.
70’li yıllar boyunca Türk solu, mevcut iktidarları ve rejimi emperyalist bloğa tabi olmakla, Kemalizm’e ihanet etmekle suçluyordu. Bu söylem öylesine etkiliydi ki, daha 1965 seçimleri sonrasında bizzat İnönü tarafından dile getirilen, CHP’nin ideolojik konumunun ortanın solu olduğu yönündeki söylem, 1972’de, daha 12 Mart sonrasında CHP’deki Genel Sekreterlik vazifesinden “bu muhtıra bana karşı yapılmıştır” diyerek istifa eden, ancak İnönü’ye karşı mücadelesinde üstünlüğü ele geçirdikten sonra İnönü’nün Genel Başkanlıktan istifa etmesine neden olan Bülent Ecevit’in öncülüğündeki bir ekip tarafından kuramsallaştırılıyordu. Ortanın solu akımının, Ecevit’in yükselen işçi sınıfı hareketlerini CHP’ye oy olarak akıtma projesinin bir parçası olup olmadığı bilinmez ancak Ecevit, çeşitli demeçlerinde, anayasal mahreçli yasaların varlığının bir anlam ifade etmediğini, doğanın da yasaları olduğunu, toplumsal boyuttaki yasalar işlerliğe sokulmaya başlandığında, toprak işgallerinin bir vakıa haline gelebileceğini, bu tutumun mevcut yasalara aykırı olabileceğini, ancak doğa yasalarına aykırı olmadığını ifade etmekten kaçınmıyordu. Demirel’in bu demeçlere yanıtı aynı sertlikteydi. Bu ifadelerin açıkça anarşiye davetiye çıkarmak olduğunu ifade eden Demirel ile Ecevit arasındaki çatışma, parlamento içi iktidar-muhalefet çatışmasıydı ancak sokaklardaki çatışmanın muhatapları bambaşkaydı.
12 Mart Muhtırasının “partiler üstü hükümet” talebi görüntü olarak sağlanmıştı. Ancak 1973 yılına kadar geçen süre içinde Nihat Erim, Ferit Melen ve Naim Talu hükümetleri hemen hiçbir başarı sağlayamadılar. Erim’in tabiriyle; ülke 1961 Anayasasının getirdiği hürriyetleri hazmedememişti, bu anayasa memleket için fazla lükstü. Demirel ilerleyen yıllarda, “direnseydim parlamentoyu da kapatacaklardı” şeklindeki savunmasına rağmen, 12 Mart’ın budadığı anayasaya ilişkin olarak yapılan her hamleyi destekledi. Bu anayasayla asayişin ve dolayısıy la rejimin korunamayacağı eleştirisi ağzından düşmeyen Demirel, kimilerine göre; gayet memnundu. Darbe görüntüde kendisine karşı yapılmıştı ancak anayasa değişikliklerine ilişkin olarak iktidardayken ne istediyse, eksiği değil, fazlası yapılmıştı. Ancak seçmenin düşenin yanında olacağı yönündeki, seçimlere dair beklentisi ters tepti. Gerçekten de 1973 seçimlerinde halk desteğini, 12 Mart’ı protesto ederek genel sekreterlikten istifa eden Ecevit’e vermiştir.
CHP, muhalefete geçiş milâdı olan 14 Mayıs 1950’den beri ilk kez serbest bir seçimde ancak Ecevit’in liderliğinde birinci parti oluyordu. Fakat seçim sistemi 1961 seçimleri istisna, sonra ilk kez tek bir partinin tek başına iktidar olmasına müsaade etmiyordu. 1973 seçimleri sonrasında, parlamentoda oluşan siyasi kompozisyonun yarattığı CHP-MSP koalisyonu, Türk siyasi hayatının dönüm noktalarından biridir.
Darbelerin bu kadar sıkça yapıldığı Türkiye’de böylesi bir zeminin kazanılmasının ardındaki en önemli nedenin, toplumun henüz yeterince siyasal toplum haline gelmediği söylenebilir. Halkın temsilcilerini seçip parlamentoya gönderdikten sonra, kendi iradesinin mümessillerine karşı yapılanlar karşısındaki ataleti düşündürücü olduğu kadar öğreticidir. Talat Turhan’ın sözleri, bir örnekten ziyade genel bir durumu tespit etmektedir:
Halk seçmişti, halkın oylarıyla gelmişti Demokrat Parti fakat seçen kişilerin, seçmenlerin bir direnci yoktu, direnmesi yoktu. Bu arada, sanıyorum mart sonları yahut nisan ayı başlarında Menderes İskenderun’u ziyarete gelmişti, akıl almaz bir kalabalık vardı meydanda, belediye meydanında. Hatta inşaat hâlinde bir bina vardı, karkas duruyor, insanlar orayı doldurmuştu, anons ediyorlar: “İndirin, yıkılır, altta kalırsınız.” İnsanlar orayı terk etmediler. Yani o kadar yakın görünen insanlar iki ay sonra tıs çıkarmadılar. Dolayısıyla, böyle bir sessizlik oldu.643
Siyasetin sadece sandıkta icra edilen fasılalı bir süreç olduğu noktasındaki kanaat değişmedikçe; halk, yönetime daha çok katılmadıkça; demokrasiyi kesintiye uğratan müdahaleler karşısında göstermesi gereken refleksleri kazanamayacaktır. Bu doğrultuda siyaseti sadece siyasetçilerin yaptığı bir iş olarak kabul edip, kitlelerin değişik kanallar yoluyla siyasal sürece katılım kanallarının genişletilmesi gerekmektedir.
Diğer taraftan tüm darbelerde olduğu gibi 12 Mart’ta da görülen ekonomi politik iyi analiz edilmelidir. Darbelerin genellikle ekonominin çok bozuk olduğu dönemlerde değil de; nispeten iyi ya da iyiye doğru gidiş söz konusu olmaya başladıktan sonra yapılması anlamlıdır. Ancak hemen her darbenin ekonomik gidişatı makro düzeyde bozduğu; bazı kesimlerin taleplerine yönelik cömert; geniş halk tabakalarına karşı ise eli sıkı davrandığının da altı çizilmelidir. Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek özdeyişinin çok iyi hülasa ettiği, toplumu can güvenliği karşılığında diğer hak ve hürriyetlerinden feragat etme mecburiyetine getiren tertiplerin iç ve dış kimi merkezlerce uygulandığı da netice olarak görülmektedir. Bu noktada Hasan Celal Güzel’in ve Bedii Faik’in anlattıkları anlamlıdır: Bizim Türk militarizminin bir uyanıklığı vardır. Ekonomi çok kötüyse müdahale etmez, tedbirler alındıktan sonra müdahale eder. Tabii, bu mantıkla düşünürseniz ekonominin kötülüğü darbeleri önleyen bir tesir meydana getirir… 

643 Talat Turhan’ın 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 17.37–19.00].

Türkiye eğer 1960’da, 27 Mayısta -biraz evvelki sözünüzden ilham alarak arz ediyorum- eğer darbeye maruz kalmasaydı, Türkiye’de darbeler ve muhtıralar birbirinin peşi sıra devam etmeseydi, benim yaptığım tespite göre, Türkiye’de bugün ulaştığımız nokta, gayrisafi millî hâsıla bakımından, kişi başına gayri safi millî hâsılanın 30 bin doları geçeceği bir nokta olacaktı. Yani bazen halk arasında, geçim sıkıntısının verdiği bir de üzüntüyle “Ne olacak, demokrasi nedir, yenilir mi içilir mi, demokrasinin bize ne faydası var? Şeklinde şikâyetler de olmuştur. Bazen, mesela, anarşinin olmaması, huzurun olması, şiddet ve terörün olmaması yeterli sayılmıştır. Özellikle incelemesini yaptığınız 12 Eylül döneminde, biliyorsunuz, en büyük gerekçe buydu. Hâlbuki şu benim bu çalışmam bile basit bir regresyon analizidir; çok iyi bilirsiniz, mevcut verileri alıp, belirli istatistikî formüllerle ileriye doğru analiz edeceksiniz, belirli varsayımlar altında tabii yapacaksınız. Bu dahi, aslında darbelerin sadece demokrasi olmadığını, sadece liberal bir fikir hürriyetiyle ilgili olmadığını, aslında başta boğazdan geçen lokma olmak üzere her şeye tesir ettiğini ve tamamen ekonomiyle irtibatlı olduğunu da gösteren, ilgi çekici bir gelişmedir. Ne yazık ki darbe dönemleri ekonomik bakımdan yıkım dönemleri olmuştur, bunun istisnası yoktur. 644
Onun için, dikkat ederseniz, sivil idarenin ekonomiyi düzelttiği sıralarda darbe olmuştur hep. Hazineyi tamtakır bırakınız, istediğiniz zulmü yapın ordu gelip de hiçbir şekilde müdahale etmez, hangi ordu olursa olsun etmez. Edebiyatını yaparlar ama hazineyi siz maaş verecek hâle getirirseniz o zaman hop gelirler, binaenaleyh tasvip etmek mümkün değildir.645
Darbelerin sivil yönetim esnasında bile sadece toplum nezdinde değil; siyasetçiler nazarında da adeta bir umacı etkisi gösterdiğine şahit olunmaktadır. RP-DYP koalisyon hükümeti döneminde dayatılan 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararlarının mecliste tartışmaya açılması hamlesini, 12 Mart benzeri bir müdahale korkusuyla önlediğini anlatan Mustafa Kalemli’nin şu cümleleri meselenin bu yönünü ortaya koymaktadır:
Özetle dediler ki: Bu kararları TBMM’ne getirip tartışalım. TBMM Başkanı olarak şiddetle ve anında karsı çıktım. Anayasa hükümlerinin açık olduğunu, MGK kararlarının hükümeti ilgilendirdiğini ifade ile ‘Eğer bu kararları meclise taşırsanız iste o zaman yeni bir 12 Mart olayı olur. Buna asla müsaade etmem.’ demecini verdim. Bu beyan benim. RP ve DYP ile ilişkilerimin kesin olarak kopmasına, aradaki gerginliğin daha da artmasına sebep oldu. Ama asla pişman değilim. Zira doğrusunu yaptım. Bugün de olsa aynı şekilde davranırım.646
Maalesef yıllardır Türk entelijansiyasının bir grubunda hakim olan, darbeler arasında iyisi ve kötüsü bulunduğu; 27 Mayıs’ın darbe değil devrim olduğu hususundaki yargı, sivil siyasete bir şekilde müdahale edilebileceği yönündeki meşrulaştırıcı eğilimi güçlü tutmaktadır. Darbelerin ve muhtıraların hepsinin kınandığı, bir uzlaşmaya gidişin sağlanması gerekmektedir. Bu noktada Ali Kırca’nın:
Yıllardır darbeleri iyi-kötü diye ayıranlara da seslendik: ‘Bütün darbelerin en kötüsü aslında 27 Mayıstı.’ dedik. ‘Bu gerçekle yüzleşmenin artık zamanıdır.” dedik çünkü sonrasındaki bütün darbelere, yaşanan zor ve acılı yıllara o ilk darbenin döşediği niyet taşlarına basarak yola çıkıldığını da bilelim istedik ”647 katılmamak mümkün gözükmemektedir.

644 Hasan Celal Güzel’in 13.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–14.08].
645 Bedii Faik’in 26.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.30–13.15].
646 Mustafa Kalemli’nin 21.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.09–14.42].
647 Ali Kırca’nın 11.10.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 10.20–11.40].

Türk toplumun bağrından çıkan, barışta ve savaşta olmazsa olmaz değer ifade eden Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının eğitim süreçleri içerisine, yurttaşlar arasındaki bakış açılarının çeşitliliğinin doğal olduğunun öğretilmesi gerekmekte dir. Bu doğrultuda, tek taraflı bir ideolojik yapılanmaya yönelik mevcut müfredat gözden geçirilmelidir. Dolayısıyla 12 Eylül darbesinin idari mekanizması içinde yer almış; kimi noktalardaki tenkitlere katılmakla birlikte, 12 Eylül darbesi karşısında faal bir nedamet göstermeyen Bülend Ulusu’nun şu sözlerine katılmak mümkün gözükmemektedir:
Silahlı kuvvetlerin eğitimine karışmamak lazım çünkü silahlı kuvvetler eğitimi Millî Eğitim Bakanlığıyla koordine edilerek yapılan bir şeydir…648

Bilindiği gibi militarizm“etkin bir ordunun iç işleyişinin-üstlere koşulsuz itaat ve sadakat, disiplin, ödevin kutsallığı gibi- değer ve kurallarının toplumsal-siyasal düzen ve düşünüşe, ilişkilere egemen kılınmasıdır”.649 Bu doğrultuda, özellikle eğitim kurumlarında bir ıslahata gidilmesi gereklidir. Mevcut yönetmelikler değiştirilerek militarizme hizmet edecek törenlerden kaçınılmalı; askeri talimleri, yanaşık düzenleri andıran merasimler sivilleştirilmelidir. Bu hususta Mete Tunçay’ın şu yorumuna da dikkat çekmek gerekiyor:
Ama Atatürk’ün tarihî şahsiyeti bir yana, bir kült olarak devam etmesi… Ordu başta, eğitim ordusu peşinde, öğretmenler mesela. Öğretmenlere böyle bir eleştirel, objektif Atatürk şeyi asla kabul ettiremezsiniz. Onlar çocuklara Atatürk’e tapmayı bir millî vazife olarak şey yapıyorlar, hâlâ bu Reşit Galip’in yazdığı antla başlanıyor değil mi ilkokullarda? “Doğruyum, çalışkanım, varlığım Türk milletine armağan olsun.” falan diye yani bu nasyonalizm ile öyle iç içe girmiş bir Atatürk şeyi var ki. Burada kolaylıkla bir “Ama” dediğiniz zaman sizi Atatürk düşmanı diye damgalamak tehlikesi var, evet. Tunçay’ın verdiği bilgi doğrudur. Nitekim Türk eğitim sisteminin ayrılmaz bir boyutu olan tören olgusunun militarizmi besleyen yönlerine dikkat çekmek gerekiyor. Öğrencilerin özellikle ilk ve orta öğretimdeki sıraya girme, bayrak törenleri, and içme gibi törenlerde, hep askeri terminolojinin kullanılması; rahatlar, hazır ollarla ve andımızın okunmasıyla süslenen militer komutlar ilk kez Dr. Reşit Galip’in maarif vekilliğinde uygulamaya sokulmuştur650 ve bu olgu askeri darbeler karşında gösterilen atalete hizmet etmektedir. Bu tarzın mutlaka değiştirilmesi gerekmektedir.

648 Bülend Ulusu’nun 14.06.2012 Tarihli Dinleme Tutanağı, TBMM Tutanak Hizmetleri Başkanlığı [Saat: 11.00–12.45].
649 Bkz. Ömer Laçiner, “Türk Militarizmi”, Birikim, Sayı: 160–161, Ağustos-Eylül 2002, s.10.
650 Bkz. İsmail Kaplan, Türkiye’de Milli Eğitim İdeolojisi ve Siyasal Toplumsallaşma Üzerindeki Etkisi, İstanbul: İletişim Yayınları, 1999, s.191.

ÖNERİLER

1. Yeni bir Anayasa yapılmalıdır. Bu Anayasa uluslararası demokrasi standartlarına uygun olmalıdır.
Türkiye Cumhuriyeti kurulduğundan beri gündemi meşgul eden konuların başında Anayasalar gelmektedir. 1924 Anayasası özelikle 1950-1960 arası dönemde, 1961 Anayasası 1961-1980 arası dönemde, 1982 Anayasası ise bugünü kadar hep tartışılmıştır. Kimi zaman bu Anayasalarda değişiklikler yapılmış, kimi zaman referanduma gidilmiştir. Nihayetinde bu konular devlet erkleri arasında çoğu zaman gerilimi tırmandırmış, ülkenin modern dünyadaki gelişmelere ayak uydurmasına engel olmuştur.
2. Askerin görev tanımı, yetkileri ve sınırları net bir şekilde belirlenmelidir. Askeri alanı ilgilendiren hukuki mevzuatta tartışmaya açık alanlar bırakılmamalıdır.
Devlet birçok kurumdan oluşur. Bu kurumların her birinin bir görevi vardır ve bu çerçevede devlet mekanizmasının işleyişi sağlanır. Türkiye’de darbelerin gelişim sürecine bakıldığında bir yetki karmaşası olduğu görülmektedir. Bundan dolayı asker kendisini devletin asıl idarecisi, cumhuriyetin asıl koruyucusu olarak görmüş, halkın tercihleri göz ardı edilmiş, Meclisler, partiler kapatılmış, yargılamalara müdahale edilmiş, haksız yere birçok insan ölüm cezası almış, hapis yatmıştır. Darbeler için yasal dayanak olan özelikle Askeri İç Hizmet Kanunu buna dayalı alt mevzuat yeniden düzenlenmeli, en ufak bir ima bile olsa halkın iradesinin önüne geçebilecek hiçbir madde askerle ilgili hiçbir mevzuata barındırılmamalıdır.
3. Genelkurmay Başkanlığı Milli Savunma Bakanlığına bağlanmalıdır.
Sivil irade-asker arasında ilişkinin net bir şekilde ortaya konulabilmesi için bu değişiklik şarttır. Yakın bir döneme kadar bazı toplantı ve merasimlerde sembolik de olsa askerin halkın temsilcisi olan Başbakan, Meclis Başkanı vs. ile aynı protokol seviyesinde olduğu görülmüştür. Bu demokrasi kültürünü zedeleyen bir durumdur. Demokratik ülkelerin çoğunda asker Milli Savunma Bakanlığına bağlanarak bu ve bunun gibi sorunlar ortadan kaldırılmıştır. Türkiye’nin bir an önce bu mekanizmayı işletmelidir.
4. Milli Güvenlik Kurulu, 1933-1960 arasında olduğu gibi, dış savunma ve seferberlik konularında görüşlerine başvurulan bir kurul haline dönüştürülmelidir.
Kurulun toplanması sürekli değil, ihtiyaca göre ve Cumhurbaşkanı ve Başbakanın çağrılarıyla olmalıdır. Kurulda gündem belirleme yetkisi sadece Cumhurbaşkanı ve Başbakanda olmalıdır.
5. AB üyelik yolundaki reformlar kararlılıkla sürdürülmelidir.
Gelişmiş ülke standartlarında demokratikleşmenin ve asker-sivil ilişkilerinin oluşturulması açısından AB ilişkileri devam ettirilmelidir. AB ülkelerinin çoğunda demokrasi ve insan hakları kültürünün belli bir standart çerçevesinde yürüdüğü görülmektedir. Türkiye’nin bu uluslararası standartlara uygun yasal düzenlemeler yapması gerekmektedir.
6. Atama, terfi, kutlama ve hiyerarşi oluşturma gibi kurumsal ve toplumsal ilişkilerde yazılı kurallar kadar etkili olan teamüllerden, sivil siyaset alanının aşağılayan ve sivil alanı haksızca daraltan hususlar tespit edilmeli ve değiştirilmelidir.
7. 1960’tan sonra yerleşik hale gelen; askerlere lojman, sosyal alan ve hastane vb. gibi ayrı mekanların oluşturulması uygulamaları kaldırılmalı, asker-sivil kaynaşmasını ve paylaşımını sağlayacak mekanlar ve ortak alanlar oluşturulmalıdır.
8. Darbecilerin tamamı yargılanmalıdır.
Türkiye’nin yakın geçmişinde bu fiile iştirak etmiş kişilerin yargı önüne çıkarılması zorunludur. Darbelerde aktif rol almış kişilerin mal varlıkları araştırılmalı, haksız kazanımların tespiti halinde hazineye devri sağlanmalıdır.
9. Darbe yapma, darbeye teşebbüs suçunun nitelikleri, iştirak halleri, darbe yapmayı övme-teşvik etme vb. suçlar kesin bir şekilde belirlenmeli, bu suça ağır cezai yaptırımlar öngörülmelidir.
Türk hukuk sistemi yeniden gözden geçirilerek darbelere ve darbecilere yönelik tanımlamalar ve öngörülen cezai yaptırımlar netleştirilmelidir.
10. Darbe süreçlerinde mağdur olan kişilere maddi/manevi tüm hakları iade edilmelidir.
Menderes’in “vatana ihanetten yargılanması ve alınan ceza” ve Bedi’üz-zamanın mezarının bulunması da dahil olmak üzere, görevden alınma, hapis gibi mağduriyetlerin giderilmesi, halkların iade edilmesi sağlanmalıdır.
11. Darbe süreçlerinde yapılan fişlemeler imha edilmelidir. Demokratik bir ülkede görülmeyecek durumların başında fişleme gelmektedir. Fişlemenin temelinde insanları ayırt etme, kamplara bölme ve ötekileştirme yatmaktadır. Daha sonra meydana gelebilecek fişleme olaylarına engel olmak için gerekli yasal düzenlemeler yapılmalıdır.
12. Hukuk alanındaki ikilik kaldırılmalıdır. Yargıdaki çift başlılık ivedilikle giderilmelidir.
Askeri Yargıtay, Askeri Yüksek İdare Mahkemesi kaldırılmalı; disiplin mahkemelerine intikal eden davalar mutlaka sivil yargının görev kapsamına sokulmalıdır.
13. Darbe öncesi ve sonrası askerlere ve asker-sivil ortaklıklara ait şirketlerin elde ettikleri kazançlar, bu şirketlerin kamu ortaklıkları, kamudan devralınan ve kamuya devredilen varlıklar incelenmeli ve araştırılmalıdır.
14. Askeri harcamaların tamamı denetlenebilmelidir.
15. Sivil hayata müdahale edebilen Jandarma sistemi kaldırılarak görevleri polise devredilmelidir.
16. Askeri okullara alınan öğrenciler; ÖSYM sistemi ile alınarak, bilgi ve beceri ölçen kriterlerin dışında başka bir değerlendirmeye tabi tutulmamalıdır.
Silahlı Kuvvetlere personel temin eden eğitim kurumlarının müfredatı yeniden ele alınmalıdır.
Askeri liseler milli eğitim bakanlığına bağlanmalı; askerlik bilimi dışında kalan fen ve sosyal bilimlere ilişkin dersler mutlaka sivil öğretmenler eliyle yürütülmelidir.

(POLİS AKADEMİSİ ÖRNEĞİ GİBİ)

Askeri öğrencilere, hakikatin tek ve mutlak olmadığı; farklı bakış açılarının bir kargaşa değil, zenginlik olarak algılanması gerektiğine yönelik olarak dersler verilmelidir. Bu doğrultuda işlenecek, felsefe, sosyoloji, psikoloji, dinler tarihi, gibi derslerin demokratik duyarlılıklarıyla temayüz etmiş seçkin akademisyenlerce verilmeleri sağlanmalıdır.
Özellikle Türkiye Cumhuriyeti Tarihinin sadece askeri okullarda değil sivil okullarda bile tek bir bakış açısıyla işlenmekte olduğu bilinmektedir. Kamunun yaptığı sınavlarda bile cevap anahtarının anti demokratik ve militarist yanıtları doğru olarak kabul ettiği tespit edilmektedir. Tek partili otoriterizmin övgüsünün yapıldığı, askeri darbeleri onaylar nitelikteki bu tip ders ya da soru bankaları yeniden düzenlenmelidir.
Sivil okullardaki askeri yanaşık düzen eğitimlerine benzer merasimler mutlaka kaldırılmalıdır. Okul müdürlerinin militer bir tınıyla verdikleri komutlar, rahatlar, hazır ollar, dikkat çekmeler terk edilmelidir.
Adeta birer üniforma niteliğinde olan ilk ve ortaöğretimdeki kıyafet rejimi değiştirilmeli; tıpkı Batıda olduğu gibi kıyafetler serbest bırakılmalıdır. İlgisiz gibi gözükse de tek tip kıyafet olgusu, baskıyı, tahakkümü ve militarizmi beslemektedir.

17. Orta ve liselerin ders kitaplarda darbelerin olumsuz etkileri anlatılmalıdır. Özellikle tarih ders kitaplarında 1950 sonrası dönem ve darbelerle ilgili bilgiler verilmeli ve müfredat yenilenmelidir.
18. Darbe sonrası darbecilerin sivil hayata yansıyan uzantıları olan okul, sokak, cadde, amfi, spor tesisleri gibi mekanlarla varsa kurum ve kuruluşların isimleri, heykeller, anıtlar gibi varlıklar İçişleri Bakanlığı marifetiyle kaldırılmalıdır.
19. Darbe süreçlerinde tutulan kayıtlar ve evraklar açıklanmalıdır.
Darbe süreçlerindeki bakanlar kurulu kararları, askeri konsey kararları, gizli olan tutanaklar, yazışmalar, resmi kayıt ve belgeler kamuoyuna açılmalıdır.
20. Darbelerin olumsuz etkileri ve sonuçları hakkında toplumsal bilinci arttıracak toplantı, yayın, film gibi çalışmalar desteklenmeli, müze-anıt gibi görsel yapılara yer verilmelidir.
21. Her darbenin ardından bazı kesimlerin ekonomik olarak nemalandıkları iddia edilmektedir. Bu doğrultuda;
Darbe dönemlerinin ekonomi politiğini incelemeye yönelik olarak, üniversitelerin sosyal bilimler enstitüleriyle temasa geçilmeli; tez yöneticiliklerinde bulunacak olan akademisyenlere, özellikle bu hususun incelenmesine yönelik olarak, öğrencilerini teşvik etmeleri hatırlatılmalıdır.
Devletimizin kimi bürokratik temayüllerinin son yıllarda oldukça azaltıldığı kabul edilse de, özellikle araştırmacıların en çok sıkıntısını çektikleri husus, ezber bozacak yeni bilgi ve belgelere ulaşma konusunda, kimi kamu kuruluşlarından gördükleri ketumiyettir. Bu nedenle, yakın dönemdeki darbelerin farklı boyutlarını araştırma arzusuyla çalışacak olan araştırmacılara her türlü bilgi ve belgelerden istifade imkânları mutlaka sağlanmalıdır.
22. Demokrasiyi kesintiye uğratan tüm darbe, muhtıra ve müdahalelere karşı alınması gereken tedbirleri ve demokrasiyi daha katılımcı kılmakla görevli, en azından bir müsteşarlık düzeyinde yapılanmaya gidilmelidir. Arzulanan, demokrasiyi güçlendirme ve geliştirmeden sorumlu bir devlet bakanlığı olsa da; müsteşarlık düzeyindeki bir idari mekanizma, bu istikamette iyi bir başlangıç olabilir.
23. Halk nezdinde her darbe sonrası yaşanan insani dramlar sürekli gündemde tutulmalı ve en kötü sivil rejimin en iyi askeri rejimden daha evla olduğu hususu işlenmelidir.

Bu doğrultuda medyadan olabildiği ölçüde yararlanılmalı; darbeler sonrasında mağdur olanların TBMM’ye, yaşadıklarını sözlü veya yazılı olarak aktarmaları istenmelidir.
Anlatılanlar gerektiği takdirde senaryolaştırılmalı, demokratik duyarlılıkları bilinen yapımcı ve yönetmenlerle işbirliği yapılarak filme ya da belgesellere konu edilmeleri sağlanmalıdır. Bu çerçevede, Kültür Bakanlığının maddi ve manevi katkıları esirgenmemelidir.
24. Her darbe sonrası yaşanan, gözaltı ve tutukluluk hallerinde vuku bulan işkence ve kötü muameleler, mağdurlarının tespit ettikleri failleriyle birlikte araştırılmalı; işkence gören ile yapanların yüzleştirilmeleri mutlaka sağlanmalıdır. Bu hususta özellikle 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat’ta TBMM Dilekçe Komisyonu arşivine intikal ettirilmiş başvurular yeniden ele alınmalıdır.
İşkence ve kötü muamelelere tabi tutulmuş olanların iddialarını ispatlama yönünde talep ettikleri tıbbi muayenelerde bulunup; baskıyla ya da gönüllü olarak mesleki etiğe aykırı olarak rapor düzenleyen hekimler tespit edilmelidir. Özellikle darbe dönemlerinde, askerlik vazifelerini hekim olarak yerine getirdikleri esnada üstlerinden gördükleri cebir vesilesiyle, tıbbi bilirkişiliklerinin suiistimal edildiğini ifade eden hekimler tespit edilip; müracaatları sağlanmalıdır.
25. Askeri cezaevlerindeki işkence söylentileri; söylentinin ötesinde birer gerçekmiş gibi durmaktadır. Bu cezaevleri de tıpkı diğerleri gibi Adalet Bakanlığına bağlanmalıdır.


19 CU BÖLÜM İLE DEVAM EDECEK..,

..




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder