26 Eylül 2015 Cumartesi

TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 12 EYLÜL ÖNCESİ VE SONRASI. BÖLÜM 27



TÜRK SİYASİ TARİHİNİN 2 Cİ ASKERİ DARBESİ 
12 EYLÜL  ÖNCESİ VE SONRASI.  
BÖLÜM 27



BANKA SOYGUNLARI,, VE İŞTE DENİZ GEZMİŞ.  GENÇLERİ KANDIRMAYIN



Gençleri kandırmayın, Deniz Gezmiş'i doğru anlatın '68' kuşağının 'mitleştirdiği' Deniz Gezmiş kimdir? Gezmiş'in icraatlarından bazıları:  Silahlı mücadele için Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu kurdu.  ABD Büyükelçiliği önünde nöbet tutan polislere kurşun sıktı. 

Banka ve araba soygunu yaptı.

Arkadaşları ile birlikte idam edilmeleri Türkiye tarihine kara bir leke olarak geçtiyse de her yıl ölüm ve doğum yıldönümlerinde ideolojilerin köreltmediği kafalarda ayrı soru hep beliriverir... Deniz Gezmiş gerçekten suçsuz bir özgürlük kahramanı mı?...

ÜNİVERSİTEDEKİ ÇATIŞMALARIN MİMARI OLDU 

Bu sorunun cevabını, yöneticilerinin çoğu 68 kuşağından olan yazılı-görsel basında ararsanız çıkacak cevap kesinlikle 'Evet özgürlük kahramanı' 
olacaktır.
Ancak o karanlık günlere şahitlik edip hakikatı yazanlar hiç de öyle söylemiyor...
Kısaca özetlersek 27 Şubat 1947′de Ankara'nın Ayaş ilçesinde doğan Deniz Gezmiş, 7 Kasım 1966'da İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesine girdi. Adını da burada altına imza attığı öğrenci olayları ile duyurdu. Üniversitenin işgali ve karşıt görüşlü öğrencilerle girdiği silahlı çatışmalar da bu eylemlerden bazıları oldu.

FİLİSTİN'DE SİLAHLI EĞİTİM ALDI 

Hakkında 23 Haziran 1969′da çıkan bir tutuklama kararının ardından Filistin'e kaçtı. 1 Eylül 1969′a kadar Filistin'de kaldı ve FKÖ kamplarında silahlı eğitim aldı. Bu dönemde üniversiteyi işgalden dolayı Hukuk Fakültesin'den atıldı.

23 Eylül 1969′da hukuk fakültesinde olduğu bir sıra polis tarafından yakalarak gözaltına alında da 25 Kasım'da serbest bırakıldı. Ancak okulda yapılan aratırmalarda Deniz Gezmiş'e ait silahlar ele geçirildiği için tekrar tutuklama kararı çıkarıldı. 20 Aralık 1969′da tutuklanan Deniz Gezmiş, 18 Eylül 1970′e kadar hapis yattı.

THKO TERÖR ÖRGÜTÜNÜ KURDU 

Hapisten çıkmasından sonra öğrenci hareketlerinden uzaklaşarak Sinan Cemgil ve Hüseyin İnan'la birlikte Türkiye Halk Kurtuluş Ordusu'nu kurdu. Kimileri tarafından "Türkiye'de silahlı mücadele veren ilk siyasi örgüt" diye pazarlansa da, THKO hem o günkü hem de bugünkü hukuk literatüründe tipik bir 'terör örgütü' idi ve öyle faaliyet gösterdi.

İLK EYLEMLERİNDE POLİSE KURŞUN SIKTILAR 

Deniz Gezmiş ve arkadaşları THKO'nun kuruluşunu, Ankara'da ABD Büyükelçiliği önünde nöbet tutan polislere kurşun sıkarak ilan etti.

Yaralanan polislerin düştüğü yere, Deniz Gezmiş, Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ve Sinan Cemgil tarafından THKO bildirisi bırakıldı.

BANKA SOYGUNU, GASP, ADAM KALDIRMA...

Yaptığı eylemlerden bazıları şöyle:

Silah tehdidiyle İş Bankası'nı soyma,

İstanbul'da birçok soygun ve gasp eylemi, 

ODTÜ'de görevli bir kişinin arabasının gasp silah zoruyla gasp edilmesi,

Zorla evine girilen bir astsubayın eşinin tabancayla yaralanması,

Bir astsubayın silah zoruyla kaçırılması,

Şarkışla ve Gemerek'te güvenlik güçleriyle silahlı çatışma, ABD askerleri nin kaçırılması...

1971'DE YAKALANDILAR 

1971 yılında kurulan THKO ve Deniz Gezmiş çok kısa bir süre işte bu eylemlere imza attı... Yaptığı eylemlerden dolayı Deniz Gezmiş hakkında tutuklama kararı çıkarıldı. 

6 MAYIS 1971'DE İDAMLARI İNFAZ EDİLDİ...

9 Ekim 1971′de son bulan mahkeme'de TCK'nın 146. maddesinin ihlali gerekçesiyle 9 Ekim 1971′de idama mahkum edildi. 

6 Mayıs 1972 tarihinde Yusuf Aslan, Hüseyin İnan ile birlikte saat 1.00-3.00 arasında Ankara Merkez Kapalı Cezaevi'nde idam edildi.





HALİÇTE YOLCU VAPURLARININ YAKILMASI..,

05 Mart 1972 Hürriyet
RESİM KOY: 
HALİÇTE EMİNÖNÜ VAPURU  BATIŞI

05 Mart 1972 Hürriyet
"Marmara" Haliçte yanarak battı,


(1972) 125 milyon lira değerindeki turistik Marmara yolcu gemisi, yıllık onarım için alındığı Haliç Tersanesinde dün sabaha karşı yanmaya başlamış, bütün kurtarma çalışmalarına rağmen batmıştır 

SABATOJ EYLEMİNİ KİMLER YAPTI ?



“Derin Devlet” Nedir-Kimdir Sahi ?

YA  EMİNÖNÜ VAPURU?

"Derin Devlet" Nedir-Kimdir Sahi?

suleymanakkoyun@hotmail.com

Kendimi bildim bileli bu; devletinçıkarlarını gözetip kolladığı öne sürülen, göz önünde olmayan örtülü güç, "Derin Devlet' tanımına iki nedenden dolayı hep kuşku ile baktım. Birincisi, İstisnasız tüm Türk ve Kürd yazarçizerlerinin bu kavramı kullanmadaki tek sesliliği, İkinci neden ise, bu kavramın neyi veya kimi işaret etmek istediğine dair muğlâklığıdır. 1970'li yıllarda elit bir kesim tarafından kullanılmaya başlanan bu kavram; günümüzde iseçok geniş ve farklıçevrelerce de hiç bir rahatsızlık duyulmadan kullanıldığına tanıklık ediyoruz. Sözde Türk devrimci, demokrat ve aydınçevrelerinin söz konusu kavramı kullanmadaki amaçlarının, bazı 'hassasiyet'lerden kaynaklandığı kesindir. Asıl olguyu perdelemeçabası ile beraber, kitlelere hedef şaşırtan/muğlâklaştıran bu içi boş kavramı kullanmalarından kuşkuya düşmemek mümkün mü?

Türkiye'de tabuları kutsayançevrelerce sinsice piyasaya sürülen bu kavram, Kürd aydınları tarafından da sorgulanmadan tereddütsüz kabul görmesi bir talihsizliktir.

Bu yanıltıcı "Derin Devlet' kavramının gerçek adresini, bizim de yaşadığımız; 35 yıllık Türkiye ve Kürdistan'daki olayları sorgulayarak, sonuçları ile birlikte objektif olarak ortaya koymanın bir zorunluluk olduğu ortadadır.

Bütün NATO ülkelerinde Gladio benzeri CIA'ya bağlı, resmi komplo örgütleri bulunduğu artık bir sır değildir. Sadece İtalya'da değil; Belçika ve Yunanistan'da da cesur aydınlar, savcılar ve politikacılar sayesinde Gladio tipi asker merkezli devlet gücünü kullanan gizli örgüt veçeteler ortayaçıkarıldı. Türkiye'de ise yönetim karargâhı Genelkurmay olan "Kontrgerilla' adı siyasi hayatımıza 12 Mart 1971 askeri darbesiyle yoğun bir şekilde girdi. Daha dün Susurluk'ta bir trafik kazasıyla yakayı bir kez daha ele verençete, bugün de Şemdinli halkı tarafından suçüstü yakalanarak -eğer varsa- Türk adaletine teslim edildiler. Halkımızın sağduyulu davranması sonucu, ülkemizin bu hassas üçgen'inde, PKK itirafcı-tetitikçilerinin de kullanılarak sahnelenen provokasyonun da mimarının bir daha askerler olduğunu ortayaçıkardı.

Avrupa ülkelerinde Gladio'nun açığaçıkarılması üzerine Türkiye kamuoyunun dikkati, "özel Harp Dairesi' üzerinde yoğunlaşmıştı. Tepkileri hafifletmek ve buna başka bir kılıf bulmak amacı ile özel Harp Dairesi Başkanı Tuğgeneral Kemal Yılmaz, 3 Aralık 1990 tarihinde "özel Harp Dairesi, 27 Eylül 1952 tarihinde, şimdiki Milli Güvenlik Kurulu'nun işlevini gören Milli Savunma Yüksek Kurulu'nun 17/c sayılı kararıyla kuruldu."demek zorunda kalıyordu. Bu daire, o güne kadar "Kontrgerilla" diye biliniyordu. Atatürk Kültür Merkezi'nin yakılması, Eminönü vapurunun batırılması, 1 Mayıs 1977 Taksim katliamı, K.Maraş katliamı ve daha niceleri ile Başbakan'lara suikast girişimleri dâhil, birçok komplo ve provokasyonlarin arkasında da bu gücün olduğu bilinmesine rağmen, sivil yöneticiler bunun özerine gidemiyordu ve halen de gidemiyorlar.
ABD'ın, 1952'den itibaren NATO'ya bağlı tüm Avrupa ülkelerinde Gladio, Kontrgerilla ve özel Harp Dairesi adı altında ve ordu bünyelerinde kontra örgütler kurduğunu artık bilmeyen yoktur. Bu gerçeği, Türkiye'de sivil iktidarların tüm yöneticileri biliyor. Demirel'in her askeri darbeden sonra şapkasını alıp gitmesi ile ünlendiği de bilinen bir gerçektir. Bu, zat bile "Mit bize Küba, Vietnam ve değişik ülkelerde olup biten ile ilgili rapor verir. Ama Ankara'da neler olup bittiği ile ilgili bilgi vermezler.' Hal böyle olunca biz askeri darbe planlayanları nasıl önleriz diye Mehmetçik gazetecilere dert yanıyordu.

1970/71 yıllarında da İstanbul'daki Atatürk Kültür Merkezi'nin yakılması, Eminönü vapurunun batırılması gibi ünlü provakasyonlar yapılmıştı. Her dönem de olduğu gibi suç yine devrimcilere yüklendi. Daha sonraları bu provakatif eylemlerin bizzat, 12 Mart 1971 Askeri darbesini gerçekleştirenler tarafından, eylemlerine zemin hazırlamak için planlanıp uygulandığı açığaçıktı. Türkiye gençlik hareketinin önder kadroları,12 Mart 1971 faşist askeri darbesiyle adeta biçildiler! Kıyımdan geçirilen kadroların büyük bir kesiminin de Kürd gençleri olması elbette bir rastlantı değildi. Bizzat kendileri tarafından yapılan bu provakatif eylemleri behane ederek, darbe yapan bu askerlerden hiç bir sivil hükümet hesap sorma cesaretini gösteremedi.

1 Mayıs 1977'de taksim meydan'ında 35 insanın yaşamına mal olan, asker kaynaklı provakasyon ile adeta 1980 darbesinin koşullarını yaratmak için, daha o zamandan düğmeye basıldığı anlaşıldı. 1979 tarihinde tam hızla yaşama geçirilen terör ortamı ile 12 Eylül 1980 faşist askeri darbesinin zemininin de, aynı zamanda darbeyi yapan güç tarafından yaratıldığına tanıklık ettik. Türkiye'nin bölünmez bütünlüğü ve anarşi ortamına son vermek amacını ileri sürerek iktidarı gasp eden Kenan Evren ve askeri şurası, ülkeyi kan gölüneçevirerek,çeteleşen bir devlet yapısının da mimarlığını yapmış oldular. Bu kader mi nedir bilinmez fakatçağdaş ülkelerde bekçi bile olamayacak insanların, Türkiye'de her şey olabildiklerine de üzülerek tanıklık ediyoruz!

12 Eylül 1980 faşist askeri darbesi öncesi, Türkiye ve Kürdistan'ın birçok ilinde sıkıyönetim olmasına rağmen, tırmandırılan terör eylemlerine ve aynı zamanda, 13 Eylül sabahı da terör eylemlerinin bıçak gibi kesildiğine, Türk ve Kürd kamuoyu yaşayarak gördü. Kenan Evren gibi bir devşirme, halkımızın ulusal demokratik dinamiklerini tahrip ederek, Kürd halkına Hitlervari katliamlar yaptı. Dünya; Diyarbakır zindanında Kürd gençlerine yapılan vahşetin benzerine tanıklık etmemiştir.

Türkiye'yi yönetmekte iddia sahibi olanların, ülkeyi mafya,çete, faili devlet olan cinayetler ile uyuşturu madde trafiği cennetineçeviren Kenan Evren gibi darbecileri yargılayabilmelidir! Başka bir değişle, Türkiye Cuntacılarını yargılayabileceği oranda demokratik değişim ve dönüşümünü sağlam kanallara yönlendirebilme şansını yakalar ve askerlerin ülke yönetimindeki hegemonyasına son verebilirler.

Avrupa Birliğinin desteğini arkasına alan AKP hükümeti cesaretle olayların takipçisi olma şansına sahiptir. Türk militarizmini toplumsal süreçlere müdahalelerde teşvik eden ve kollayan ABD açısından, askeri darbeler dönemi kapanmıştır. AKP hükümeti Türkiye'nin değişim ve dönüşümünde samimi ise cesaretli adımlar atmak zorundadır.

Susurluk ve Şemdinli olaylarının, ferdi yanlışlıklardan kaynaklandığını ileri sürme mantığı; olayların merkezine Abdullahçatlı, Mahmut Yıldırım ( Yeşil ), PKK tetikçileri ve Ali Kaya gibi taşeron tiplerle sınırlı tutmak istiyorlar. Burada amaç, Provokasyonların hacmini daraltmak ve bu tür suçüstü rezaletleri lokalize etmeyeçalışmaktır kuşkusuz. En vahim olanı da kendilerini, devrimci demokrat olarak niteleyençevrelerin tabuları koruma refleksi ile genelkurmay merkezli provokasyonların sürekliliğini Türk ve Kürd kamuoyundan gizlemeye yönelikçabalar içerisinde olmalarıdır.

Aslında; Cumhuriyet'in kuruluşu ile iktidarı ele geçiren militarist güçlerin, 1950'lilerden başlayarak toplumsal gelişmelere müdahalenin bir aracı olarak, provakatif eylemlerin sürekliliğini koruyarak günümüze dek devam ettikleri bir gerçektir. Globallaşan dünyada bunu gizlemenin olanağının da olmadığı bilinmesine rağmen, hala gerçek failleri gizlemeyeçalışmanın bir kiymet'i harbiyesinin de olmadığı ortadadır. Dönemin TBMM Başkanı Hüsamettin Cindoruk'un Yeşil'ın günlük yaşantımıza girdiği dönemlerde "devlet yemyeşil' demesi, militaristlerin ülke yönetimine olan müdahalesine olan bir tepkisi olarak algılandı. Dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ise olaya ilişkin tepkisini kendisine has üslubu ile "Ufak bir zorlukla karşılaşınca sivil devlet devredençıkıyor, derin devlet devreye giriyor' diyerek, askerlerin vahşette sınır tanımadıklarından rahatsızlığını dile getiriyordu.

Susurluk kazası ile gündeme gelen ve Şemdinli de suçüstü yakalanan asker kaynaklı provokasyonların faili gün gibi ortadadır. Hakkâri Savcılığı, Şemdinli'deki genelkurmay tetikçilerinin üzerine gitme cesaretini gösterme yerine, kendisinin hazırladığı soruşturma dosyasını, Van Savcılığı'na havale etti. 'Saldırıda kullanılan JİTEM mensuplarına ait 30 AK 933 sivil ve 730198 askeri plakalı beyaz renkli Renault 19 marka araçta polis ve asker yeleği, üç kalaşnikof tüfek, 10 şarjör ve patlayıcı madde bulundu. Araçta ayrıca Umut Kitapevi'nin ve içinde bulunduğu Özipek Pasajı'nın bir krokisi de bulundu. Krokide jandarmaya giden yol bir okla gösteriliyordu. Araçta bulunan belgeler arasında Umut Kitapevi'nin sahibi Seferi Yılmaz'ın evinin bir krokisi, Jandarma İstihbarat Teşkilatı tarafından Ali Kaya adına düzenlenmiş bir kimlik, Jandarma İstihbarat Şube Müdürlüğünde görev yapan uzman başçavuş ümit Sevinç ve kıdemliçavuş Halitçağlar'a ait biri 10 gün, diğeri 20 günlük olmak üzere iki adet personel izin belgesi de bulundu. Aracın Jandarma'ya ait olduğu ortayaçıktı. Hakkâri İl Jandarma Komutanı Albay Erhan Kubat imzalı, 7 Kasım ve 9 Kasım 2005 tarihli iki görevlendirme yazısı da araçta halk tarafından ele geçirilen belgeler arasında yer alıyordu.'

Olay yerinde keşif yapıtığı esnada, halk tarafından Tanjuçavuş olarak tanınan birinin ateş açtığına ve bir kişinin daha öldüğüne tanıklık eden savcı, askerlerden gelen tehditlerden olacak ki, davaya bile bakmaya cesaret edemedi. Kolay mı Türkiye'de askere dava açmak?

Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Yaşar Büyükanıt daha ilk andan bombacı astsubay Ali Kaya'ya "tanırım iyiçocuk, iyi bir askerdir!' diyerek sahipçıktı. Susurluk olayını anımsayın! Susurluk kazasında da DYP Milletvekili Sedat bucak, emniyet müdürü Hüseyin Kocadağ ile o sıralarda aranmakta olan faşist katil Abdullahçatlı ve dostu olduğu iddia edilen Gonca Us ile birlikte aynı arabada bulunduklarının anlaşılması üzerine, Kürd katili özel Harekatçi Mehmet Ağar, "Herhalde Hüseyin Kocadağ, Abdullahçatlı'yı yakaladı, onu getiriyordu,' diyerek adeta, Türk ve Kürd halklarıyla dalga geçiyordu. Abdullahçatlı'ya düzenlenen tüm sahte belgelerin altında bu katilin imzası olmasına rağmen, politikadaki yükselişi, askerlerin ona sunduğu destekten başka bir nedene bağlamak mümkün değildir.

Statükocu egemenlerin kendisine verdiği destek ile DYP'ın başına geçen Ağar; şoven, ırkçı ve militarist cephenin sivil temsilcisi görevini üstlenmiştir. Eğer askeri hegemonya geriletilemez ise, Kürd katili Ağar'ın başbakan veya cumhurbaşkanı olarak karşımızaçıkması sürpriz olmamalıdır!

Provokasyonun faili gün gibi orta yerde dururken, bunun da Susurluk Olayı gibi bir kaç günah keçisine faturayı keserek, esas fail olan genelkurmay temizeçıkarılamaz!

Askerleri kollayan tüm yasaların değiştirilmesi ile işe başlamanın zorunluluğu ortadadır. Sivil hükümetler bunu başardıkları oranda, Türkiye'nin değişim ve dönüşümüne katkı sunabileceği gibi, açık bir rejime geçişin de yolunu açabilirler.

Bugün Türkiye'deki toplumsal istikrarsızlığın altındaki temel neden, AB'ınçekim alanına girmiş bir Türkiye'yi kimlerin yöneteceği temelinde, bir rejim mücadelesi olduğu görülmelidir.

Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan günümüze dek askerlerin korumasındaki Kemalistler rejimin hep egemen gücü oldular. Dünya ve Türkiye koşullarından kaynaklanan ekonomik ve siyasi krizlerde de, askerler hemen devreye girer ve sistemin geçici bir restorasyonundan sonra da yönetimi kendi kuklaları olan Kemalistlere teslim etmeyi bir gelenek haline getirmişlerdir.

Ancak, dünya'daki güç dengelerinin değişmesi ile askerlerinin hesabı tam tutmadı. 1990'lardan sonra dini motifler taşıyan güçler, iktidarı paylaşmak temelinde Kemalistleri sıkıştırdılar. Özal'ın ekonomik başarısından dolayı askerler bu süreci sessiz geçiştirdiler. Erbakan'ın Kemalizm'in kalelerini sarsmasını içlerine sindieremeyen askerler, 28 Şubat'ta sivil bir darbe yaparak, Erbekan'ı siyaset dışı bıraktılar. Türkiye'de kendilerini aydın ve demokrat olarak niteleyenler bile, bu anti demokratik müdahaleyi alkışladılar. Türkiye'de aydın geçinenlerin-bir kaç istisna hariç – bozuk sicilleri elbette bu olay ile sınırlı değildir. Bu sözde aydınların Kürd ve Kürdistan sorunu ile ilgili tutumlarından dolayı, tarihe MEHMETÇİK AYDINLAR olarak geçeceklerinden kuşku duyulmamalıdır.

Militaristler; AKP'nin beklenmeyençıkışına karşı, ikinci bir 28 Şubat müdahalesini göze almadılar. AB'nin desteğini arkasına alan Erdoğan Hükümeti, askerlere karşıçok güçlü bir konum elde etmiş olmasına rağmen, Erdoğan'ın askerler ile tüm uzlaşmaçabalarına karşın, İktidarı paylaşmak istemeyen militarist Kemalistler, her alanda ayak bağı olmayı değişik biçimlerde sürdürdükleri gibi, uzlaşmaya yanaşmadıkları da görülüyor. Türkiye'nin temel sorunlarınıçözememedeki en önemli engel, Kemalist militarizmin siyasette etkin olduğu gerçeğidir. Asker tümçağdaş ülkelerde olduğu gibi, siyasetten tümüyleçekilip kışlasına gönderilmeden, Türkiye'de sosyal bir barışın sağlanması mümkün görünmüyor.

Statükocu güçlerin mantığı, 1930 yılında devlet zirvelerinde dile getirilmiş olan aşağıdaki açıklamalarında ifadesini bulur kanısındayım.

"Bu ülkede sadece Türk ulusu etnik ve ırksal haklar talep etme hakkına sahiptir. Başka hiç kimsenin böyle bir hakkı yoktur.' (Başbakan İsmet İnönü, Milliyet, 31 Ağustos 1930)

"Türk bu ülkenin yegâne efendisi, yegâne sahibidir. Saf Türk soyundan olmayanların bu memlekette bir tek hakları vardır: Hizmetçi olma hakkı, köle olma hakkı.' (Adalet Bakanı Mahmut Esat Bozkurt, Milliyet, 19 Eylül 1930)

İşte! Militarist devlet mantığının 1930'lardan günümüze dek süren Kürdlere bakış açısı. Bu hakaretleri içlerine sindirmelerini Kürdlerden kim isteyebilir?
İnsani değerlerden nasibini alamamış bu görüşlerin savunucuları, Türkiye'de iktidar olduğu sürece sosyal bir barıştan söz edilebilinir mi? Bunların teşhir ve tecritlerinin zamanı gelmedi mi?

Çağdışı Militarist Kemalist ideolojisini tarihi bir vaka olarak algılanıp terk edilmesi gerekmiyor mu?

Özetlersem; Osmanlı imparatorluğunu dağılma süreci ile devşirmelerden oluşturulan Türklük fikri ile gene aynı tiplerin kurduğu, Türkiye Cumhuriyeti Devleti kuruluş süreci ve sonrası da, devşirme militaristlerin egemenliğinde ve parlamenter sistemin de bir makyaj olmaktan öteye gidemediği, sömürgeci, militarist ve oligarşik bir rejim olmaktan ileriye gidememiştir.

Günümüze dek askerlere bir kukla olmaktan öteye gidememiş parlamenter sistem, Türkiye ve Kürdistan'daki devrimci, ulusal demokratik mücadelenin gelişimi karşısında tıkandığı veya zora girdiği her aşamada, statüko da direten ordunun hemen devreye girdiği ve geçici restorasyondan sonra da, geriçekilerek, ülke yönetimini kuklalarına bıraktıklarına bizim nesil iki kez tanıklık etmiştir.

Toplumsal olaylara müdahalenin zeminini yaratmanın bir aracı olarak gerçekleştirilen provokasyonların tek bir adresi vardır. O da, Genelkurmay Karargâhı'ndan başka bir yer değildir.

Tümçıplaklığı ile ortada olan bu olgu, tabuları koruma adına Kemalistler ile türevleri tarafından "Derin Devlet' olarak adlandırılmasının hassasiyeti anlaşılır. Ancak Kürdlerin de bu muğlâk, Türkiye'ye has tabuları kutsayan, Türk ve Kürd kamuoyunda hedef şaşırtan bu ne idüğü belli olmayan kavramı kullanmalarına bir anlam veremediğimi de belirtmekte yarar görüyorum.Olgulara isimleri ile hitap edebilme dileğiyle...



.......

1968 olayları, üniversitelerde "masum talebe eylemleri" biçiminde, bütün dünyayla birlikte başlamıştı. Batı'da bu eylemler sona erdi ama Türkiye'de bütün ülkeyi yıllarca esir aldı; askeri darbelere gerekçe hazırlandı. Bunun sebebini o dönemde tam anlayamamıştık. Bu yüzden kutuplaştıkça kutuplaştık: Sağ ile sol düşman kardeşler haline geldi.

Peki arka planda neler cereyan ediyordu?

Gazeteci Ecevit Kılıç'ın " Özel Harp Dairesi " kitabı aydınlatıyor.
Kılıç, Özel Harp Dairesi'nin Alparslan Türkeş ile birlikte örgütlediği komando kamplarından ve Ülkücü gençlikten söz ediyor: "Militan örgütlenmeye giden Ülkücüler, komünizme karşı şiddeti meşru sayıyordu. 1967'nin yaz başından itibaren komando kamplarını açtılar.
Komando kampları fikri ise, Özel Harp Dairesi'nin ilk başkanı Daniş Karabelen'e aitti. Ülkücüler bu kamplarda eski subaylar tarafından eğitildiler."
Sonrası malûm... Solcu gençlikle, Ülkücü gençlik üniversitelerde karşı karşıya geldi, birbirlerini öldürdüler. Sol giderek radikalleşti, şehir ve kır gerillacılığına kalkıştı. Adam kaçırıp, banka soydular. Tabii o tarihlerde genç subaylar "rahatsızdı"; solcu gençlikle birlikte sosyalist bir devrim yapma hayali güdüyorlardı. 27 Kasım 1970'de, AKM diye anılan Kültür Sarayı yakıldı. Bu tip sabotaj eylemleri 12 Mart 1971 müdahalesinden sonra da yaşandı. 5 Mart 1972'de Marmara yolcu gemisi yakıldı; 28 Haziran 1972'de Eminönü araba vapuru batırıldı. Ecevit Kılıç'a göre, faili meçhul kalan bu sabotaj eylemleri kontrgerilla tarafından gerçekleştirildi; yani Özel Harp Dairesi. Kılıç bu iddiasını, Kültür Sarayı yangını sırasında Emniyet Amiri olan Recep Ordulu'ya dayandırıyor. Ordulu, 4 Mayıs 1997'de, Gazete Pazar'a verdiği röportajda şöyle demişti: "Mesela AKM yakıldı. Öyle olaylardı ki, sağ mı, sol mu bulamıyorduk. Binayı yakanlar MİT kökenliydiler."

Ordulu, Hiram Abas'ın da adını vermişti.

Her şey, Gezi Parkı'yla başlayabilir. Ama sağduyulu davranılmazsa, geçmişte olduğu gibi, bütün yurdu kaplayan ve ülkeyi derinden yaralayan hadiselere sebebiyet verebilir. Daha şimdiden mesele "yeşili koruma" amacından farklı noktalara savruldu.




Gladyo'nun 12 Mart 1971 Darbesi

Bir yönüyle ABD'nin Gladyosuna karşı yapılan 27 Mayıs Devrimi'ne Gladyo'nun cevabı 12 Mart 1971 'de geldi. Amerikancı 12 Mart Darbesinin kökleri 1965 yılına kadar uzanır.

1965 yılı Gladyo tarihinde bir dönemeç olarak görülebilir. 1964 yılında İnönü ABD'de iken başında bulunduğu koalisyon hükümeti devrildikten sonra, Türkiye'yi kısa süre Suat Hayri Ürgüplü Hükümeti yönetti. Arkasından 1965 seçimleriyle Adalet Partisi iktidara geldi ve Süleyman Demirel Başbakan oldu.

6 Temmuz 1965'te Milli İstihbarat Teşkilatı (MİT) Yasası yürürlüğe girdi. MAH artık yeni adıyla faaliyetini sürdürecekti. 10 Ekim 1965 seçiminden sonra MİT Müsteşarlığına Tuğg. Fuat Doğu getirildi. Fuat Doğu, ABD'de ve Almanya'da CIA okullarında eğitilmişti ve Özel Harp eğitimi almıştı. Öğrendiklerini CIA'nın Emirgan'da kurduğu istihbarat okulunda "Türk ajanlarına" aktarmıştı. 1962-1964 arasında iki yıl MAH Başkanlığı yapmış ve Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay'ın kendisine verdiği askerleri izleme görevini yerine getirmişti."

1965 yılında ikinci önemli olay, Seferberlik Tetkik Kurulunun resmen Özel Harp Dairesi (ÖHD) adını alması ve başına da Tuğg. rütbesine yükseltilen Cihat Akyol'un getirilmesiydi. Cihat Akyol da Fuat Doğu gibi NATO kamplarında özel eğitimden geçmişti. Binbaşı iken MAH'ta görev almıştı.

Üçüncü önemli olay, 28 Mart 1966'da Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay, Cumhurbaşkanı oldu. Cevdet Sunay, 6-7 Eylül 1955 olayları sırasında Özel Harp Dairesinin iletişim içinde olduğu Genelkurmay Merkez Dairesi Başkanı idi. Genelkurmay Başkanı olunca "Komünizmle Mücadele Metodları"nın askeri okullarda ders olarak okutulması emrini verdi. Komünizme karşı İslamcılığa dayanma politikasını uygulamaya yöneldi. Buna bağlı olarak 1963 yılında Komünizmle Mücadele Derneği örgütlendi. 1968 yılında bu derneğin 141 örgütü kurulmuştu.

İmam Hatip Okulları ve yeraltındaki Kuran kursları bir Gladyo politikası olarak bütün ülkede ağlarını ördü. Bu arada Alparslan Türkeş, 1963 yılında Türkiye'ye dönmüş ve Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi (CKMP)'ni 1 Ağustos 1965 Olağanüstü Kongresi'nde bir Gladyo darbesiyle ele geçirmişti. Partiyi Gladyo'nun yan kuruluşu olarak sola ve emekçi hareketine karşı şiddet eylemlerine yönlendirmişti. Yapılan iş, ABD emperyalizminin tetikçiliği idi. Emperyalizm ve NATO'ya karşı halk hareketi, MHP terörüyle baskı altına alındı. Türk-İslam sentezi, doktrin olarak kabul edildi.

Türkeş'in başında bulunduğu Parti, Komünizmle Mücadele Dernekleri yanında Milli Türk Talebe Birliği, Huzur Dernekleri, Türk Ocakları, Milliyetçiler Derneği ve 1967'de bu derneklerin yerine kurulan Ülkü Ocakları gibi kuruluşlarla Amerikancı Gladyo'nun sivil kuvvetlerini yönlendirdi. Ayrıca 3 yılda 28 komando kampı kuruldu ve buralarda silahlı eğitim yapıldı.

CKMP, 8-9 Şubat 1969 Adana Kongresi'nde Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) adını aldı. Gladyo, NATO ve CIA reçetelerine göre yeraltı örgütleri kurdu. Bu örgütler, cinayet, uyuşturucu kaçakçılığı, haraç, gasp, tehdit, şantaj, solu bastırma gibi terör eylemleri yaptılar. Türkiye'de 12 Mart 1971 Amerikancı darbesini örgütleyen Gladyo, 1965-1966 yılında oluşmuştu. 

Bu tarihi kadroyu kaydedelim: 

Cumhurbaşkanı Sunay, MİT Müsteşarı General Fuat Doğu, Özel Harp Dairesi Başkanı General Cihat Akyol, CKMP-MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş. Kadro, Org. Memduh Tağmaç'ın 1968 yılında Genelkurmay Başkanı olmasıyla tamamlanmış oluyordu. 1960'lı yıllar, Türkiye'de halk hareketinin yükseldiği bir dönemdir. 27 Mayıs Devrimi, ABD işbirlikçiliğine ve gericiliğe ağır darbeler indirmiş ve özgürlükçü bir Anayasa getirmişti. Bu koşullarda Türkiye İşçi Partisi kurulmuş ve 1965 yılında 15 milletvekiliyle Meclis'e girmişti.

İşçi ve grev hareketi, toprak talep eden köylü ve üretici hareketi, özellikle 1964'te Johnson'un mektubundan sonra yürütülen ABD emperyalizmine karşı mücadeleler ve gençlik hareketi, 1968-1970 yıllarında doruğa çıktı. Genelbaşkanı olduğum, daha sonra Dev-Genç adını verdiğimiz FKF önderliğindeki Haziran 1968 üniversite işgalleri, gençlik hareketinin Türkiye tarihindeki doruğuydu. 15-16 Haziran 1970'teki işçi hareket i de, emekçi mücadelesinin en yüksek noktası oldu.

İşte bu koşullarda Genelkurmay Başkanı Org. Memduh Tağmaç, "Sosyal uyanışın Türkiye'nin ekonomik gelişmesinin önüne geçtiği" tahlilini yaptı. ABD ve gericilik açısından belki de daha önemlisi Türk Ordusu içindeki Atatürkçü birikimdi. Gladyo, Ordu'daki devrimci örgütlenmelerin içine de sızdı. Soldaki bazı örgütlenmeler maceralara itildi ve silahlı eylemlerle darbe için elverişli ortam yaratıldı.

ABD güdümlü Sunay-Tağmaç Gladyosu, 9 Mart Darbesi'ni önce kışkırtıp daha sonra bastırarak 12 Mart 1971 Muhtırası'yla Demirci Hükümetini istifaya zorladı ve Meclis'i dağıtmamakla birlikte yönetime el koydu.
12 Mart Gladyo darbesi, 27 Mayıs'a karşıydı. Bunu açıkça belirtti. 1961 Anayasasını budadı, emekçi hareketini bastırdı ve sola karşı yoğun bir şiddet uyguladı. 12 Mart'ın hep unutulan uygulaması ise, 1500 Atatürkçü subayın Ordu'dan tasfiyesi idi. 

12 Mart, Türkiye halkına ve Türk Ordusu'na karşı bir Gladyo darbesiydi. Türkiye'yi 12 Mart'a sürükleyen süreçte Sunay-Tağmaç önderliğindeki Gladyo'nun çekirdeğinde MİT Müsteşarı Gen. Fuat Doğu, ÖHD Başkanı Gen. Cihat Akyol, MHP Genel Başkanı Alparslan Türkeş, kendileri gibi CIA kamplarında ve Nazi Generali Gehlen tarafından eğitilen Ruzi Nazar, Paul Henze ve Graham Fuller gibi CIA istasyon şefleriyle birlikte çalıştılar. MİT'te Kafkas kökenlilerden oluşan "Çerkez Cuntası" diye anılan ekibin kökleri o zamana uzanmaktadır. 12 Mart'ta Gladyo'nun diğer öne çıkan mensupları. İstanbul Sıkıyönetim Komutanı Org. Faruk Türün ve Yardımcısı Korg. Turgut Sunalp'ti. İşkence ve sorgulamalarla ün yapanlar ise daha çok MİT görevlileriydi. 

CIA ve MOSSAD bağlantılı Hiram Abas-Mehmet Eymür kliği, o dönemde ün yaptı. MİT Müsteşarı Fuat Doğu, Hiram Abas ekibini 1970 öncesinde oluşturdu. CIA ve MOSSAD ile sıkı ilişkileri olan Hiram Abas, Şenkal Atasagun, Mehmet Eymür ekibi, Özel Harp Dairesinde Fuat Doğunun has kadrosu olarak yetiştirildiler ve SüperNATO rütbeli olarak 12 Mart döneminde sahneye sürüldüler. 1 4 12 Mart Amerikancı darbesinin, 9 Mart'ta tasfiye edilen Kemalist örgütlenmeye cevap olarak düzenlendiği öne sürülür. Oysa bu darbenin, çok önceden Gladyo tarafından planlandığı ve uygulandığı görülüyor. Gladyo, Kemalist subayların içine de sızmıştı ve bu örgütlenmeyi, Türk Ordusunda kapsamlı bir tasfiye planını uygulamak için ustaca değerlendirdi.

12 Mart'ı hazırlayan ve geliştiren Gladyo uygulamaları, solcu gençlere karşı "faili meçhul" denen cinayetlere başladı. 27 Kasım 1970 günü İstanbul Taksim'de Atatürk Kültür Merkezi yakıldı. 5 Mart 1971 günü Marmara yolcu gemisi yakıldı ve 28 Haziran 1972'de Eminönü arabalı vapuru batırıldı. Hiram Abas-Mehmet Eymür ekibi, MOSSAD'a bilgi vererek, 1973 yılı 21 Şubat günü Lübnan'ın Nahr-el Bared kampındaki Türkiye İhtilalci İşçi Köylü Partisi (TİİKP) MK Üyesi Bora Gözen ve yedi arkadaşını İsrail Deniz Kuvvetlerinin uyguladığı harekâtla öldürttü.

Kaynakça
Kitap: Gladyo ve Ergenekon
Yazar: Doğu Perinçek



..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder